Uçakta panik atak belirtisine dikkat

Uçak yolculuğunun günümüzde, oldukça yaygın olarak kullanılmakta olduğunu belirten Yrd.Doç.Dr. Rıdvan Üney, bunun sonucu olarak; uçuş korkusunun, panik atak geçirme korkusunun daha yoğun bir şekilde gündeme geldiğini söyledi.

Uçakta panik atak belirtisine dikkat

Yrd.Doç.Dr. Rıdvan Üney, “Panik atak belirtileri ile kalp krizi belirtileri birbirine benzemektedir. Bu nedenle panik atak geçirenler korku yaşamaktadırlar. Esasen panik atak kişinin ölümüne neden olmaz, ancak kalp krizi ölüme neden olabilen bir durumdur. Uçakta bulunmak; panik atak geçiren kişi için sağlık kuruluşuna ulaşamamak anlamına geldiği için, bu durumda daha fazla dehşet yaşar” dedi.

Yrd.Doç.Dr. Rıdvan Üney, uçakta, panik atakla kalp krizi ayırt etme yöntemlerini şöyle sıraladı:

“1. Panik atak genelde; daha genç insanlarda görülmekte iken, kalp krizi ise genelde 50 yaşından sonra görülmektedir.

2. Panik atak genelde kaptan pilotun o anda kaç metre yükseklikte oldukları anonsu sonrası ya da oluşan bir türbülans(hava boşluğu sonucu sarsıntı) sonucu başlarken, kalp krizinin bu durumla bir bağlantısı yoktur.

3. Uçakta panik atak geçiren kişiler halen ya da daha önce uçak korkusu, panik bozukluk, endişe (anksiyete) bozukluğu tedavisi görmüş ya da görmektedirler. Uçağa bindiklerinden itibaren çoğunlukla kaygılıdırlar.

4. Kalp krizi geçirenlerde göğüs ağrısı bıçak saplanır tarzda çok şiddetli iken, panik atakta göğüste iğne batar tarzda ve daha çok sıkıntı şeklindedir.

5. Kalp krizinde göğüs ağrısı dinlenmekle azalırken, panik atakta hareket ettikçe azalır.

6. Kalp krizinde daha çok soğuk terleme olurken panik atakta sıcak ya da soğuk basması tarzında şikâyet olur.

7. Kalp krizinde kişi derin nefes alamazken panik atakta derin nefes almasına rağmen nefesi yetmeyecekmiş hissi yaşar

8. Panik atakta kalp krizinden farklı olarak kontrolü kaybetme korkusu, etrafın ve kendinin yabancılaşması hissi olur.

9. Kalp krizinde mide bulantısı, kusma, bayılma durumu daha sık görülür.

10. Panik atakta bilinç kaybolmaz ve etrafın farkında olmaya devam ederken, kalp krizinde bilinç kaybı olabilir.

Gözlerinizde kızarıklık varsa ihmal etmeyin

Göz Hastalıkları ve Cerrahisi Uzmanı Prof. Dr. Rana Altan Yaycıoğlu, kırmızı gözün en sık rastlanan sebeplerinden biri olan konjonktivitin, göz yüzeyinin enfeksiyonuna bağlı olarak ortaya çıktığını belirterek, herhangi bir kızarıklık ortaya çıktığında acilen doktora başvurulması gerektiğini söyledi.Yaycıoğlu, toplumda geniş salgınlara yol açarak iş gücü ve üretim kayıplarına neden olabilen bu sorunun gözlerde oluşturduğu kızarıklık, şişlik ve kaşıntı gibi rahatsızlıkların yanı sıra, uzun dönemde bağışıklık sistemi sekelleri nedeniyle görme kalitesinde kalıcı azalmaya yol açabileceğini kaydetti.Göz Hastalıkları ve Cerrahisi Uzmanı Prof. Dr. Rana Altan Yaycıoğlu, gözlerdeki kızarmanın yanı sıra yol açtığı batma ve yaşarma gibi sorunlara değinerek, “Hastanın yaşam kalitesinin ciddi oranda düşmesine neden olan enfeksiyöz konjonktivitler, göz kliniklerine yapılan başvurular arasında ilk sıralarda yer alıyor. Gözün ön yüzeyi ile kapakların iç yüzeyini örten ve dışarıdan şeffaf olarak görülen zar yapısındaki dokunun iltihaplanması sonucu ortaya çıkan konjonktivitler, tedavi edilmediği taktirde aylarca sürebildiği gibi, gözde kalıcı astigmat gibi geri dönüşümsüz hasarlara neden olabiliyor. Bununla birlikte hastalar hekime başvurmaktansa reçetesiz ilaç ya da damla kullanmayı tercih ederek ciddi hata yapıyor” dedi. Prof. Dr. Rana Altan Yaycıoğlu, yanlış kullanılacak bir ilacın gözde geri dönüşü olmayan göz tansiyonu, katarakt, ilaçlara direnç gibi son derece önemli problemlere yol açtığını belirtti.”Bulaşma riski haftalarca sürüyor”Çocuklarda bakteriyel, yetişkinlerde ise viral konjonktivitlerin daha sık görüldüğünü söyleyen Göz Hastalıkları ve Cerrahisi Uzmanı Yaycıoğlu, “Virüslere bağlı konjonktivitlerde enfeksiyon sebeplerinin başında ise adenovirüsler geliyor. Çevresel etkenlere dirençli olması açısından önem taşıyan adenovirüsler oda ısısında haftalarca kalabildiği için bulaşma riski de artıyor. Sıklıkla el ve göz teması ile solunum damlacıkları yoluyla bulaşan adenovirüsler, vücuda burun, boğaz veya göz yoluyla giriyor. Bulaşıcılık ateş ve faranjit gibi bulgular ortaya çıkmadan önce 2-12 gün süren kuluçka evresinde başlıyor ve sonrasında da 2-3 hafta devam edebiliyor. Aile içinde diğer bireylere bulaşma riski ise yüzde 10-50 arasında değişiyor. Bu nedenle hastanın çevresindekilerin de hijyen kurallarına çok dikkat etmeleri önem taşıyor” diye konuştu.”Tek taraflı başlayıp diğer göze geçiyor”Virüsün kendi içinde farklı alt tipleri bulunduğunu ve enfeksiyonun sebebi olan tipine göre hastalığın ciddiyetinin değişebileceğini ifade eden Yaycıoğlu, “Ateş, farenjit, rinit ve kulak önünde şişlikle birlikte başlayan konjonktivit, sıklıkla tek taraflı ortaya çıkıyor, 1-3 gün içerisinde diğer tarafa geçiyor. Adenovirüslere bağlı enfeksiyonların, enfeksiyöz evre ve bunu takip eden enflamatuar evre olmak üzere iki basamaklı olarak ilerliyor” dedi.Göz Hastalıkları ve Cerrahisi Uzmanı Prof. Dr. Rana Altan Yaycıoğlu, hastalığın yaklaşık ilk iki haftasını oluşturan enfeksiyöz evrede yaşanılanları şöyle anlatıyor: “Hastalar şiddetli yabancı cisim hissinden şikayet ediyor ve gözün iç kenarından başlayan ağrının dış tarafa doğru ilerlediğini söylüyor. Bunu kapaklarda belirgin şişlik, gözlerde sulanma, kaşınma, ışık hassasiyeti, ağrı ve bulanık görme takip ediyor. Benzer bulgular 2-7 gün sonra diğer gözde kendini gösterebiliyor. Bazen göz içerisinde zar oluşumu da ortaya çıkabiliyor ve ilaç tedavisine rağmen şikayetler 10-15 gün boyunca tüm şiddetiyle devam edebiliyor. Enflamatuar evre ise enfeksiyondan 15-20 gün sonra başlıyor ve bu evrede gözün önünde saydam tabakasında lekelenmeler gelişiyor. Bazı hastalarda haftalar hatta yıllar boyunca devam edebilen bu lekelenmeler, saydam tabakanın yüzeyinde düzensizliğe ve ışık dağılmasına yol açarak görmede azalmaya neden olabiliyor.””Tedavi boyunca hijyen kurallarına dikkat şart”Adenovirüslere bağlı konjonktivitin kesin bir tedavisi bulunmadığını ve belli bir seyir izleyen hastalığın üç hafta içerisinde kendiliğinden düzeldiğini belirten Yaycıoğlu, sözlerine şöyle devam etti:“Geleneksel olarak akut adenoviral enfeksiyonda elleri yıkamak, soğutulmuş tek kullanımlık suni gözyaşları, gözde kızarıklık ve sulanma geçene kadar ev dezenfeksiyonu uygulamak yarar sağlıyor. Suni gözyaşları, soğuk uygulamalar hastanın şikayetlerinin azalmasına yardımcı olabiliyor. Aynı zamanda göz doktorunun önereceği ilaçların da düzenli olarak kullanılması gerekiyor. Hastalığın etkin bir tedavisi veya aşısı olmadığı için korunma yöntemlerinin büyük önem taşıyor. Kişilerin mümkün olduğunca çevrelerindekilerle mesafelerini korumaları, tokalaşma, sarılma, öpme gibi selamlaşma jestlerinden kaçınmaları, damlalarını koymadan ve koyduktan sonra sık sık ellerini yıkamaları, tek kullanımlık kağıt peçeteleri tercih etmelerinde yarar görülüyor.”Şehir hayatı hasta ediyorYaz ile gelen tehlikeye dikkatYaz aylarında böbreklerinize dikkatHayatta amacı olanlar daha rahat uyuyorÇok soğuk duş kalp rahatsızlığını tetikleyebilir

Yanlış beslenme öldürebiliyor

Besinler ve beslenme hakkında ciddi bir bilgi kirliliğinin mevcut olduğunu ifade eden Beslenme ve Diyetetik uzmanı Yrd. Doç. Dr. Indrani Kalkan ve Gıda Güvenliği ve Beslenme Yüksek Lisans Öğrencisi Gıda Mühendisi Merve Atınç, gerçekleştirdikleri bir çalışmada dengeli ve sağlıklı beslenmenin ne derece hayati bir konu olduğunu ortaya koydu.“Beslenmek çılgınca yemek değil”Beslenmenin yalnızca açlık duygusunu bastırmak, karın doyurmak ya da istenen her besini tüketim çılgınlığı ile kontrolsüzce yemek olmadığının altını çizen Yrd. Doç. Dr. Kalkan ve Atınç, “Beslenme, sağlığı korumak ve yaşam kalitesini yükseltmek için vücudun gereksinimi olan besin ögelerini yeterli miktarlarda ve uygun zamanlarda almaktır ve bunun da bilinçli yapılması gerekir. Bu, yaşam döngüsünün her aşamasında sağlanmalı” diye konuştu.Türkiye obezitede dünya üçüncüsüDünya çapında 2015 yılı itibariyle 800 milyondan fazla bireyin şişman, 2,3 milyar bireyin ise hafif şişman olduğunu ifade eden Yrd. Doç. Dr. Kalkan ve Atınç, dünya çapında gözlenen diyabetin yüzde 44’ünün, iskemik kalp hastalıklarının yüzde 23’ünün ve bazı kanser türlerinin yüzde 41’e varan oranlarda şişmanlık sebebiyle görüldüğünü belirtti. TÜİK’in 2014 verilerine göre Türkiye’nin obezite konusunda ABD ve İzlanda’dan sonra üçüncü sırada olduğunu hatırlatan Yrd. Doç. Dr. Kalkan ve Müh. Atınç, dünya üzerinde 650 milyon civarında bireyin de kötü ve yetersiz beslenme ile karşı karşıya olduğunu ifade etti.“’Can boğazdan gelir’ anlayışından vazgeçmeliyiz”Yetersiz beslenmenin kısa ve uzun dönemde bilişsel ve davranışsal bozukluklara dahi sebep olabildiğini ifade eden Yrd. Doç. Dr. Kalkan ve Atınç, “Beslenme bozuklukları; vücut direncini azaltarak, özellikle enfeksiyon hastalıklarının ağır seyretmesine, hatta öldürücü olmasına neden olabilir. Protein, demir, iyot, çinko, esansiyel yağ asitleri ve vitamin yetersizlikleri fiziksel olduğu kadar, ruhsal ve davranış gelişimi üzerine de etkili besin ögeleridir. Son yıllarda obezite, tansiyon, kalp, kanser, depresyon ve diğer psikolojik hastalıklar artık hepimizin kendimizde ve yakınlarımızda sıkça rastladığı hastalıklardır. Bu da bir şeyleri doğru yapmadığımızı, bedenimizdeki denge ve ahenkten uzaklaştığımızın göstergesidir. ‘Can boğazdan gelir, bir yemek zevkimiz var, yüz yaşına kadar yaşayıp ne yapacağız’ gibi algılar ortadan kaldırılmalıdır. Beslenme bilimiyle alakalı tanımları uzmanından öğrenmenin, kendi bedenini tanımanın, doğru beslenmenin bu bağlamda esas olduğu unutulmamalıdır. Çünkü ancak böylelikle kaliteli, sağlıklı ve dengedeki yaşam bizi bekler” ifadelerini kullandı.Yaz aylarında böbreklerinize dikkatHayatta amacı olanlar daha rahat uyuyorSıcaklarda ferahlatan su deposu 8 besinÇölyak hastalarına özel ekmek tarlası

Susuzluk gergin ve sinirli yapıyor

Uzman Diyetisyen Pınar Kural Enç, “Az su içmek vücudun tüm dengesini alt üst edebilir. Az su içenlerde yorgunluk, dikkat güçlüğü ve hafıza bozuklukları görülebilir. Ayrıca susuzluk kişiyi gergin ve sinirli yapar konsantrasyonunu da azaltır” dedi. Özellikle kimi için bir bardak suyu bitirmenin eziyet olduğuna dikkat çeken Enç, “Ancak sağlığın korunması ve canlılığın sürdürülebilmesi için gerekli bir numaralı madde sudur. Vücudumuzun yüzde 55-75’ lik kısmını oluşturur. Su; metabolizmanın düzenlenmesinde ve vücudumuzdaki tüm reaksiyonlarda görevlidir. Suyun zayıflama üzerine olan etkisi göz ardı edilemeyecek kadar fazla. Midede yarattığı hacimden dolayı daha az yemeyi ve metabolizmayı çalıştırıp günlük harcanan enerjiyi arttırıyor. Tüm bunlar düşünüldüğünde su içmek eziyet olmamalı, aksine keyif vermeli” diye konuştu.Suyun faydalarıUzman Diyetisyen Pınar Kural Enç, suyun faydalarını şöyle sıraladı: “Hücrelere oksijen ve besin öğelerinin taşınmasını, ayrıca atık ürünlerin taşınarak böbreklerden atılmasını sağlar. Ağız, göz ve burun gibi vücut dokularının nemlenmesini sağlar. Vücuttaki kan, gastrik sıvı, tükürük, amniyotik sıvı (gebelikte) ve idrar gibi vücut sıvılarının büyük bir kısmı sudur. Dışkının yumuşamasını sağlayarak kabızlığın önlenmesine katkıda bulunur. Cilt sağlığında, bağışıklık sisteminde, vücut ısısının denetiminde, ödemin atımında rolü vardır. Tükürük ve mide salgısında besinlerin sindirilmesinde görev alır. Kilo alıp vermeden dolayı oluşan sarkmaları sporla birlikte önler. Vücudun ihtiyaç duyduğu iz minerallerin pek çoğunu sağlar. Soğuk algınlığı, idrar yolu enfeksiyonları, böbrek taşları ve mesane kanseri riskini düşürür. Zayıflama diyetlerinde metabolizmayı çalıştırmanın yanında, midede hacim oluşturarak tokluk hissi vermede işe yarar. Su yaşamın vazgeçilmezleri arasında olmasına rağmen asıl problem su içme kültürünün gelişmemesidir. Hiçbir sıvı içeceğin suyun yerini tam anlamıyla tutmadığını unutmamak gerekir.” Metabolizmayı hızlandırıyorSu içmenin zamanı ve miktarının erkeklerde 3,7 lt, kadınlarda 2,7 lt sıvı alımı olması gerekmekte olduğunu kaydeden Enç, “Su dışındaki pek çok sıvı hayatımızda ciddi ölçüde yer alıyor. Çalışma hayatının vazgeçilmez ikramları çay, kahve, neskafe, meyve suları, bitki ve meyve çayları vb. içecekler. Bu içeceklerden bazılarının diüretik etkisi olduğundan vücudun ihtiyacı olan sıvıyı karşılamayacağı ve hatta vücuttan sıvı atımını arttıracağı için suyu su olarak içmek gerekir. Öğünlerden 30 veya 15 dakika önce alınan suyun metabolizmayı hızlandırma üzerine ve midede hacim oluşturarak öğünde fazla besin alımı engellemek adına göz ardı edilemeyecek faydaları bulunuyor” açıklamalarında bulundu.

KAYNAK : Yenişafak

BU KONUYU SOSYAL MEDYA HESAPLARINDA PAYLAŞ
ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZ