TBMM Başkanı Şentop’tan önemli açıklamalar: Rumeli’de Müslüman denince akla Türk gelirdi

TBMM Başkanı Şentop, “Osmanlı Rumelisi’nden Günümüze Gönül Mirası” konulu panelde konuştu. Burada önemli açıklamalarda bulunan Şentop, ”Rumeli’de yakın zamana kadar Türk denince Müslüman, Müslüman denince Türk akla gelirdi. Türklük bir etnisite olarak kabul edilmezdi yakın zamanlara kadar” ifadelerini kullandı.

TBMM Başkanı Şentop’tan önemli açıklamalar: Rumeli’de Müslüman denince akla Türk gelirdi

21 Aralık Türkçe Eğitim Günü dolayısıyla Kuzey Makedonya’nın başkenti Üsküp’te bulunan TBMM Başkanı Prof. Dr. Mustafa Şentop, Yunus Emre Enstitüsü (YEE), Okçular Vakfı ve Uluslararası Balkan Üniversitesi (İBU) iş birliğinde düzenlenen “Osmanlı Rumelisi’nden Günümüze Gönül Mirası” konulu panelde konuştu. Şentop, “Rumeli’nin etnik zenginliği Osmanlı’nın idare anlayışına da yansımıştır. Bu sebeple Balkanlar denince akla hep ‘Vahdette kesret, kesrette vahdet’ gelmiştir.” dedi.

 

 

Panelin Türk milleti ile Balkanlar’da yaşayan kardeş milletler arasındaki var olan dostluk ve iş birliğinin daha da güçlenmesine katkıda bulunacağına inandığını belirten Şentop, Rumeli muhaciri bir ailenin evladı olarak hissiyatını katılımcılarla paylaşacağını ifade etti.

Meclis Başkanı Şentop, Çin Seddi’nden Adriyatik Denizi’ne uzanan geniş bir coğrafyayla doğrudan ve yakın ilgisi olan bir millet olduklarını belirterek, “Asya’dan Anadolu’ya, oradan da Avrupa’ya uzanan yolculuğumuzda farklı milletler, kültürler ve medeniyetlerle temas ettik. Temaslarımızın etkilerini dilimizdeki kelimelerden halı ve kilimlerimizdeki motiflere, mimari eserlerimizden mezar taşlarımıza kadar çok geniş bir alanda takip etmek mümkündür. Nitekim, Rumeli bunun kanıtlarından biridir.” dedi.

 

 

Şentop, Rumeli’nin Osmanlı Devleti’nin Balkanlar’daki topraklarına verilen genel isim ve devletin kalbi konumundaki bir coğrafyanın adı olduğunun vurgulayarak, şu ifadeleri kullandı:

“Biliyorsunuz önce Anadolu’ya Rumeli dedik. Çünkü biz gelmeden önce Anadolu ve Balkanlar Bizans egemenliğindeydi. Rumeli, Roma mekanı Roma ili demektir. Egemenlik sahamız Batı’ya doğru kaydıkça yavaş yavaş Rumeli’yi önümüze koymaya başladık. Anadolu’ya Rumeli demeyi bıraktık. Bugün Anadolu’da Rumeli adının kullanıldığı tek yer Erzurum’dur (Arzırum).” 

Bölgedeki devletlere gidildiğinde, geçmişte bıraktıkları izleri görmenin mümkün olduğunu bildiren Şentop, “Esasında bizim bu coğrafyadaki varlığımız, Osmanlı öncesi Bulgar Devleti dönemine kadar gider. Nitekim bugünkü Bulgaristan Devleti de ismini Bulgar Türklerinden almaktadır. Fakat askeri, siyasi, kültürel egemenlik adına Rumeli’de kalıcı izler bıraktığımız dönem, Osmanlı Devleti dönemi olmuştur. Bu yönüyle de en fazla aşina olduğu yer Kuzey Makedonya’dır. Çünkü Kuzey Makedonya, Osmanlı döneminde Rumeli vilayetinin merkezidir.” dedi.

“RUMELİ’DE YAKIN ZAMANA KADAR MÜSLÜMAN DENİNCE TÜRK AKLA GELİRDİ”

Bugün “Balkanlar” olarak adlandırılan Rumeli topraklarının, Osmanlı’dan önce Bizans Devleti’nin egemenliği altında olduğunu hatırlatan ve Bizans Devleti’nin de bu toprakları ayrıcalık tanıdığı tekfurlarla yönettiğini, tekfurların ise Balkanlar’ın yerli halklarına zalimane davranışlarıyla tanındığını söyleyen Şentop sözlerini şöyle sürdürdü:

“Bizans hakimiyeti döneminde toplumun en alt katmanlarını tek tanrı inancını benimseyen Hristiyanlığın Bogomil mezhebi mensupları oluşturuyordu. Osmanlı’nın sevgi, barış, hoşgörü, eşitlik ve liyakate dayalı idare anlayışı sayesinde Balkanlar’da İslam’ı benimseyen ilk kitle Bogomil mezhebine mensup Bosna merkezli yerli halk oldu. Onlar İslam’ı Türklerle tanıdıkları için Müslüman olmak ile Türk olmayı eşit gördüler. Bu sebeple Rumeli’de yakın zamana kadar Türk denince Müslüman, Müslüman denince Türk akla gelirdi. Türklük bir etnisite olarak kabul edilmezdi yakın zamanlara kadar. İslam’dan çıkan biri için, ‘Türklükten çıktı’ denirdi. Yemin edilirken, ‘Yalan söylüyorsam Türk olmayayım’ denirdi.”

Osmanlı Devleti’nin Türk milleti tarafından kurulan devletlerin en ihtişamlısı ve en uzun ömürlüsü olduğunu vurgulayan Şentop, şunları söyledi:

“Döneminin süper gücü olması sebebiyle bugünkü birçok büyük ülkeden çok daha etkili ekonomik, siyasi ve askeri etkinliğe sahipti. Söğüt merkezli kurulsa da topraklarını önce Batı’ya doğru genişletti, daha sonra Doğu’da da egemenliğini tesis etti. Rumeli’de egemenliğini de 14. yüzyıldan 20. yüzyılın başlarına kadar sürdürdü. Osmanlı idare anlayışında dil, din, etnik köken farklılığı diye bir şey yoktur. O dönem ekseriyet hassasiyet Şii-Sünni merkezliydi. Bu hassasiyetin altında da Safevilerle yaşanan askeri ve siyasi nüfuz çekişmesi yatıyordu. Nitekim bugün sosyal ve siyasi ayrışma ve tartışmalara sebep olan ayrışma ve çatışmaların altında da o dönem yaşanan askeri ve siyasi nüfuz çekişmeleri yatmaktadır. Ancak mezhep farklılığına dayalı çatışma ve tartışmalardan Rumeli kısmi olarak da olsa etkilenmemiştir. Rumeli’nin etnik zenginliği Osmanlı’nın idare anlayışına da yansımıştır. Bu sebeple Balkanlar denince akla hep ‘Vahdette kesret, kesrette vahdet’ gelmiştir. Ancak ‘Yaratılanı Yaratan’dan ötürü sevmeyi’ özetleyen bu anlayış Batı’da neşet eden yeni akımlarla yerini ayrışmaya bırakmaya başlamıştır.”

“YENİ DÖNEMİ ŞEKİLLENDİREN ANLAYIŞIN ACILARINA RUMELİ TOPRAKLARI EN AĞIR ŞEKİLDE ŞAHİTLIK ETMİŞTİR”

17. yüzyıldan itibaren Batı’da başlayan ve 19. yüzyıla gelindiğinde Batı fikir ve siyaset dünyasında etkin hale gelen sekülerleşme süreci ve onun ürettiği modernleşme tecrübelerinden Osmanlı’nın da etkilendiğinin altını çizen ve bu çerçevede aynı kilimin desenleri olmakla övünen halkların da sürece bağlı olarak farklılıklarını sorun olarak görmeye başladıklarını vurgulayan Şentop, bu süreci çok boyutlu değerlendirmek gerektiğini bildirdi. Şentop, “19. yüzyıla gelindiğinde sadece fikir ve yönetim anlayışı değişmedi, aynı zamanda üretim biçimi de değişti. Değişimin lokomotifi de Sanayi Devrimi oldu. Birinci ve ikinci sanayi devrimlerinin ardından Almanya siyasi birliğini tesis etti. İngiltere ve Fransa’nın emperyalist hedefleri ortaya çıktı ve gelişti. Osmanlı da bu durumdan kaçınılmaz olarak olumsuz etkilenmiştir.

Daha önce taklit ve takip edilen bir devlet olan Osmanlı, sanayi devriminin getirdiği yeniliklerle birlikte taklit ve takip eden konuma düşmüştür. Batı’da yükselen milliyetçilik, komünizm, liberalizm gibi seküler ideolojiler Osmanlı periferinde de makes bulmuştur. Dinlerin ve mezheplerin yerini alan ideolojik akımların tesirine giren milletler, yapılan kışkırtmaların da etkisiyle birlikte yaşama kültüründen giderek uzaklaşmaya başlamıştır. Bütün canlı organizmalar gibi Osmanlı Devleti de esasen siyasi varlığını muhafaza edebilmek için büyük bir çaba göstermiştir. Kesrette vahdet anlayışını yaşatmak için önce Osmanlıcılık fikrine sarılmış, fakat Osmanlıcılık fikri Hristiyan tebayı egemenlik çatısı altında tutmaya yetmemiştir.

Devletin egemenliğinde sadece Müslüman halklar kalınca Osmanlı Devleti özellikle Sultan Abdülhamit döneminde İslamcılık fikrine sarılmıştır. Fakat ekonomik ve askeri gücünüz yeterli değilse, fikir de cazibesini kaybediyor. Bu sebeple İslam inanç dairesinde olan farklı milletleri de Osmanlı çatısı altında tutabilmek mümkün olmamıştır. Nihayetinde ‘Türk’ün Türk’ten başka dostu yok’ anlayışına gelinmiş, Türkçülük fikri idareye egemen olmuştur. Osmanlı’ya dair ifade ettiğim bu süreç, diğer devletlerde de benzeri şekillerde tezahür etmiştir. Nitekim Rumeli’de yaşayan müslim-gayrimüslim halklar birbirine yavaş yavaş yabancılaşmaya başlamıştır. 19. yüzyılın son çeyreğinde şiddetini artıran ve 20. yüzyılın ilk çeyreğine kadar süren ayrılma, çatışma kültürü bir hastalık gibi bütün devletleri ve bütün halkları sarmıştır. Herkes istikbalini ötekileştirdiğini yok etmekte aramaya başlamıştır. Barış içinde bir arada yaşama kültürü unutulmuş, faşist bir anlayış yeni döneme yön vermeye başlamıştır. Yeni dönemi şekillendiren anlayışın acılarına Rumeli toprakları en ağır şekilde şahitlik etmiştir.” değerlendirmesinde bulundu.

“Soğuk Savaş” yıllarında devletler ve milletlerin sadece sınır çizgileriyle değil, zihinlerde de ayrıldığını ve milletleri birbirine yabancılaştıran bu süreçte gönüller arasındaki mesafelerin de açıldığına dikkati çekerek, yüzlerce yıl aşinası oldukları Balkanlar ile de irtibatlarının büyük ölçüde koptuğunu ve insanlığın üzerine kabus gibi çöken bu dönemin toplumların hafızasında körleşmeye yol açtığını belirten Meclis Başkanı Şentop, şunları söyledi:

“İki dünya savaşının ardından yaşanan ideolojik fanatizm dönem sembolik anlamda 1989’da sona erdi ve bu Berlin Duvarı’nın yıkılmasıyla gerçekleşti. Yıkılan o duvarın anlamı insanların birbirlerine kavuşmasının önündeki engellerin kalkmaya başlaması ve kafalardaki ön yargıların da yıkılması anlamına geldi. Berlin Duvarı’nın yıkılması bizler de gönül coğrafyamızdaki kardeşlerimizle buluşma fırsat sundu.

Avrupa’dan Asya’ya, Balkanlar’dan Kafkaslar’a kadar geniş bir coğrafyada yaşayan insanlar, birlikte gelecek planları yapmaya başladılar. Bugün misafir olarak bulunduğumuz bu topraklarda yaşayan insanların akrabalarının çoğu Türkiye’dedir. Sadece Türk kökenli soydaşları kastetmiyorum, akraba topluluklar, hatta komşu dediğimiz farklı inançlardan insanların da yaşadığı, anavatan olarak gördüğü yer Türkiye’dir. Biz buraya nasıl bakıyorsak, onlar da Türkiye’ye aynı şekilde bakıyor. Türkiye, gönül coğrafyamızdaki bütün kardeşlerimiz gibi Kuzey Makedonya’daki kardeşlerimizin de vatanıdır. Anadolu’daki milyonlarca Türk gibi, devletimizi tecdit edip milletimizin tarih sahnesine önderlik eden Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün kökleri de bu topraklardadır.”

Şentop, Türk şiirinin en önemli isimlerinden Yahya Kemal’in de Üsküp’ün bir armağanı olduğunun altını çizerek, şöyle konuştu:

“İstanbul ve Edirne’den sonra Osmanlı’nın izlerinin bütün sadeliği ve zarafetiyle Rumeli’de olduğu görülür. Şu an bulunduğumuz Üsküp’te gezerken şadırvan sohbeti yapabilir, bedestenlerde alışveriş yapabilir, Vardar Nehri kıyısında oturup Taşköprü’den gelip geçenleri seyredebilir, hemen yanındaki Davut Paşa Hamamı’nı görebilirsiniz. Sokaklarda ana dilimizle sohbet edebilir, konuştuğunuz insanlarda kendimizden derin ve birçok iz bulabilirsiniz. Bütün bunları Ohrid’de, Manastır’da, Kalkandelen’de, Saraybosna’da, Mostar’da, İşkodra’da, Berat’ta, Prizren’de, Yanya’da, İskeçe’de, Gümülcine’de, Selanik’te görebilirsiniz. Bizim bu toprakları sevmemizin sebebi işte budur. O yüzden Türklerin yurt dışı turlarla en fazla gezdikleri ülkeler Balkan ülkeleridir. Buralara geldiklerinde Beypazarı, Safranbolu, Taraklı, Akyazı gibi kadim şehirlerimizde ne görüyor, ne hissediyorlarsa aynısını bu topraklarda, bu coğrafyada görürler. Bu sebeple buralara gelen kardeşlerimiz kendilerini memleketlerinde hissederler.”

“TÜRKIYE, BALKANLAR’IN ASYA’YA AÇILAN KAPISIDIR”

Meclis Başkanı Şentop, Balkanlar’ın, aynı zamanda Türkiye’nin Avrupa’ya açılan kapısı olduğunun altını çizerek, “Türkiye de Balkanlar’ın o geniş Asya coğrafyasına açılan kapısıdır. Bizler birbirimize muhtacız. Muhtaçlığımız aciziyetten değildir, gelişme ihtiyacımızdandır. İhtiyacımızı gidermek için, istikbal bize fırsatlar sunmaktadır. Fırsatları dostlarımızla birlikte değerlendirebiliriz. Bunun için de dostlarımızı uzakta aramamalıyız. Zenginlikten kimseye zarar gelmez. Şikayet ettiğimiz sorunlarımızı çözmek için iş birliği yapmalı, aramızda refahı yaymalıyız. Gelişen, güçlenen Türkiye, Balkanlar’ın, Kafkaslar’ın, Orta Doğu’nun barış, huzur, güvenlik ve refahının teminatıdır. Savaş ve çatışma üzerine kurulu bir gelecek arayışının sonu gelmiştir artık. Artık yaşamak isteyen yaşatmak zorunda.” dedi.

Konuşmasında Kovid-19 salgınına da değinen Şentop, salgının tüm ülkeleri olumsuz etkilediğini, tüm devletleri yeniden sert tedbirler almaya zorlayan salgını herkesin uyarı olarak değerlendirmesi gerektiğini ve salgınla mücadele ederken devletler arası iş birliğinin şart olduğunu acı bir tecrübeyle öğrendiklerini belirtti.

“Komşu, komşunun külüne nasıl muhtaç ise devletler de birbirine muhtaç” diyen Şentop, “Hiçbir devletin sınırlarının dışından gelen sorunları tek başına çözme kabiliyeti yoktur. Sorunları birlikte çözmek için çalışmak mecburiyetindeyiz. Koronavirüs salgınının yarattığı tahribatı gidermek için devletler iş birliği yapma mecburiyetindedir. Balkan ülkeleri savaş ve şiddetin yarattığı acıları fazlasıyla yüz yıl boyunca yaşadılar. Bu topraklarda artık barış, huzur ve güvene dayalı istikrarlı kalkınma dönemine ihtiyaç duyulmaktadır. Biz, Kuzey Makedonya merkez olmak üzere bütün Balkanlar’ın barış, huzur ve güven içinde olmasını, halklarının refaha kavuşmasını son derecede önemsiyoruz. Bazı devletler Soğuk Savaş döneminin alışkanlıklarını devam ettirmeye çalışıyorlar. Onların dünyadaki değişimi idrak etmediklerini düşünüyorum. Artık devletler birbirleri üzerinde nüfuz tesis ederek değil, iş birliği yaparak gelecek planları yapmak zorundadır. Gelecek, insan odaklı planlanmalı ve milletlerin ortak çıkarları üzerine inşa edilmelidir. Bu sebeple bilimde, sanatta, ticarette, sanayide ve teknolojide iş birliği yapmak zamanın bize yüklediği bir sorumluluktur.” diyerek sözlerini tamamladı.

KAYNAK : Haber7

BU KONUYU SOSYAL MEDYA HESAPLARINDA PAYLAŞ
ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZ