O Hayalin Savaş Atı: Okay Gönensin

Liberal solun basındaki önemli ismi Okay Gönensin’in anıları ölümünden bir yıl sonra gün yüzüne çıktı.

O Hayalin Savaş Atı: Okay Gönensin

1990’lı yılların başından itibaren giderek artan bir ivme kazanacak neoliberal dalga, basın yaşamımızda çok derin izler bıraktı. En sert fay kırılmasının sol basında olduğu şüphe götürmez. 1991’de Cumhuriyet gazetesinde yaşanan sorun ilk işaret fişeğiydi. Okay Gönensin’in de yer aldığı “liberal’’ grup, İlhan Selçuk ekibini tasfiye etmiş, ancak, 5 ay sonra, umulanın tersine tiraj düşünce gazeteyi terk etmek durumunda kalmıştı. Ali Sirmen anılarında şöyle yazıyor:

“Bence, bu olaylarda çok az sözü edilen bir kişi daha var: Okay Gönensin… Kafası en çok çalışan oydu. Esas suçlu da oydu.” (Bir Eski Cumhuriyet İçin, 208)

Aytekin Hatipoğlu çok yararlı bir iş yapıp, o “esas suçlu”nun anılarını, bir nehir söyleşi çerçevesinde kayda geçirmiş.

Anılar, yakın dönem basın tarihimiz açısından önemli bilgiler, ayrıntılar içerdiği gibi, liberal solun basın serencamı konusunda da net bir tabloyu gözler önüne seriyor.

68 devrimciliğinden liberal solculuğa

Manastırlı askeri veteriner binbaşı Kemal Gönensin ile İskeçeli Nahide Uyav Gönensin’in oğulları. Büyük amca uzun süre Atatürk’ün muhafız alayında bulunmuş. (13) Dayı da subay; MİT’te çalışmış. Baba müthiş anti-komünist. Ailenin mallarına el koyan Tito’dan nefret ediyor. 1955’te Türkiye’ye göçerken, biriktirdiği altınları toprağa gömmüş bir dede; oğlu Kemal durumu Genelkurmay başkanına açıp, diplomatik görev ile Yugoslavya’ya gitmiş, altınları almış ve diplomatik çanta ile getirmiş. (22)

Gel gör ki, Mülkiye’de okuyan Okay sosyalist olmuş; hatta, babasının Manastır’dan bir sınıf arkadaşının yardımı ile, 1976 Mayıs’ında yapılan Ecevit-Tito görüşmesinde bile hazır bulunmuş. (23)

Türkiye İşçi Partisi’ne yakınlık (25), SBF yılları (30-51), Mahir Çayan ile ortak kuramsal çalışmalar (33), eylemler (41-42), 70’lerde Cumhuriyet gazetesi; 1978-79’da Devrimci Yol’un günlük gazetesi Demokrat’ın ve Kurtuluş grubunun haftalık gazetesi Kurtuluş’un çıkmasına teknik destek (52), 80’lerde ise, yeniden parti kurma hevesine düşen Mehmet Ali Aybar ile dirsek teması… (38)

Ardından, Özal ile birlikte hem Cumhuriyet’te başlayan ayrışma süreci, hem de liberal sol formüle doğru evrilme:

“Fikri açıdan ilk genel sarsıntı Turgut Özal ile birliktedir. T. Özal yenilik getirdi. O yenilik ekonomide liberallikti ve ekonomik kalkınmayla ortaya bir para çıkmasını sağladı. T. Özal’a karşı klasik Kemalist bakış ise; “zaten para kötü bir şeydir, fakiriz ama mutluyuz” gibi şeylerdi.” (67)

“İlhan Selçuk ve ana yazarların pozisyonu SHP’nin yanı oldu. Bizim isteğimiz ise gazetenin partileşmemesiydi. Partileşmek bir yana, fikren daha açılmasıydı. Tabii ki ülkücü yazar koyacak halimiz yoktu, türbanlı yazar koyacak halimiz yoktu ama gazete fikren daha açık olabilirdi. Dar Kemalist ve SHP’li pozisyonun dışında olmak gerektiğini düşünüyorduk.” (68)

Bu şekilde başlayan tartışma 1991 Kasım’ında bir kırılmaya yol açar; liberal ekip kazanacak. Kemalist-solcu ekip terk edecektir. (74-81)

O hayal: Liberal-sol basın

Liberal- sol basın projesinin 90’lardaki ilk denemesi Cumhuriyet gazetesinin liberal ekibin denetimine geçmesidir. Ancak, umulan olmaz; 117 bin olan satış, 25 binlere kadar düşer. Yürümeyeceği anlaşılınca, 5 ay sonra liberal ekip gazeteden ayrılmak zorunda kalır. (81-82) İlk deneme başarısız olmuştur.

İkinci önemli deneme, bu kez başında Okay Gönensin’in olduğu Yeni Yüzyıl gazetesi olacaktır. 4 Aralık 1994 ile 11 Haziran 1999 arasında çıkan gazete, Sabah grubunun patronu Dinç Bilgin’in isteği ile yayın hayatına atılır. Bilgin, Gönensin’e arzuladığı gazeteyi tanımlar:

“Şu anda gazeteler neyi eleştiriyorsa onun bulunmadığı bir gazete olsun.” (96)

Yazar olarak eski Maocu Gülay Göktürk’ü önerir. Adana’da akademisyen olan muhafazakâr Ömer Çelik, kürt siyasetçiler, Cem Boyner’in Yeni Demokrasi Hareketi (96-97), Ahmet Altan (99) ve diğerleri… Ya Fetö? Olmaz olur mu!:

“Hoca Efendi” yemeğe gelir. “Din adamlığına hürmeten kapıda karşıladım. ATV binasında buluştuk. Yemekler yenildi. Muhabbet edildi. Ayrıldık. Bir süre sonra okullarıyla ilgili bir yazı dizisi yayınlamamızı istediler. Yayınlarsak cemaat olarak gazeteyi alacaklarını söylediler. Biz de kabul ettik… Her gün aşağı yukarı 50 bin gazete alıp dağıttılar. Bu da tabii ki bizim hoşumuza gitti, durup dururken 50 bin fazladan satış güzeldi.” (153)

Bir gün Dinç Bilgin Gönensin’i çağırır: “Yeni Yüzyıl’ı köy satar gibi sizinle birlikte sattım.” (104)

Mesut Yılmaz’ın kendine ait bir medya oluşturmak için kullanıp, sonra da yüzüstü bırakacağı işadamı Korkmaz Yiğit’e satmıştır. Yiğit’in adı ise mafya lideriyle anılacaktır. (105-114) Tirajı düşen gazete kapanır.

Bu arada Doğan grubu da liberal sol pastadan payına düşeni Radikal’i çıkararak alma yoluna gider. Nitekim, Yeni Yüzyıl’dan epey kişi Radikal’e gidecektir. (112) Ancak, Yeni Yüzyıl’ın başarısızlığı Radikal’inkini de getirir. (122)

Yeni bir deneme daha yapılacak, Dinç Bilgin bu kez Yeni Yüzyıl’ın devamı niteliğinde Yeni Binyıl’ı çıkaracaktır. Gönensin ise başyazar ve “ağabey” olarak projenin önemli ayağıdır. (121) Bir yıldan biraz fazla yaşayan gazete basın müzesindeki yerini almakta gecikmez.

Gönensin’in hayali yine de sürer: Yeni Yüzyıl’ın isim hakkını satın alır ve bir dizi sermaye sahibi ile görüşerek bu modeli yeniden hayata geçirmeyi düşünür. Hiç olmazsa Vatan markası altında bir Yeni Yüzyıl’ın olabilirliğine inanmak ister. (127-128)

Hiçbir sonuç alamayacak, liberal sol’un son savaş atı Taraf son proje olarak ortaya çıkıp, malûm olduğu üzere aynı akıbete uğrayacaktır.

Liberal sol fantezi

Gönensin’in rol modelinin Fransız basınının Libération’u olduğu görülüyor:

“Libération Gazetesi de 1968 kuşağının içinden kurulmuş bir gazetedir. En sonunda mali sorunlara dayanamadı ve büyük bir işadamına satıldı. Libération Gazetesi sol bir yayın politikasına devam etse de patronu büyük bir işadamıdır. Siyaset ve iş dünyasının etkinliği arasında her zaman geçişler vardır.” (143)

İlhan Selçuk ve Cumhuriyet’i de aynı eksen üzerinde değerlendiriyor:

“İlhan Selçuk yönetime geldikten sonra taze para aramaya başladı. İlk görüştüğü kişi Arap ülkeleriyle iş yapan Lütfü Akdoğan’dı. Daha sonra işadamı ve eski siyasetçi Ertöz Vahit Suiçmez devreye girdi. Bunlar 1992’de oluyor; 1998’de ise Korkmaz Yiğit’le görüştüğünü, Cumhuriyet hisselerinin Korkmaz Yiğit’e satılmasının konuşulduğunu… iyi biliyorum.” (72)

Peki, Batı’da olan bizde niye olmuyor? Gönensin bu konuyu düşünmüş olmalı. Öncelikle, Türkiye’de muhalif gazete çıkarmanın kolay olmadığını belirtir. (128) Ardından da, gazete için mutlaka bir bağımsızlığın olamayacağını ifade ediyor. (142) Yani, liberal sol pek kolay iş değil. Niçin mi?

“Türkiye’de henüz liberalizm konusunda “ruhi” bir oturma olmadığı gibi maddi temel de oturmuş değil. Şu anda devlet Türkiye’de en güçlü kurumdur.” (133)

Çok tipik bir liberal bakış açısına yaslanan Gönensin, bu şekilde, “liberal sol”un liberal ayağının tökezlediğini düşünüyor. Ya sol ayak?

O da aynı sorunla karşı karşıya: 68’in sol hareketinin sol darbeci görünümlü askerlerce (9 Martçılar) kullanıldığına işaret eder:

“… yolda epeyce manipüle edildiğimizi çok sonradan fark ettik. Geçmişe doğru baktığımızda görüyoruz; o darbeci askerlerin çoğunun değil solcu, Özel Harp Dairesi’nin adamları oldukları ortaya çıktı.” (36)

“9 Mart 1971 darbesini yapacakların amacı bizi polis ile çatıştırmaktı.” (45,51,60)

Böylece, sol ayak da topallıyor. Nitekim, Türkiye’de daha önce bir “sol lider” olmadığını söylerken, şu ana kadar “solcu lider” tanımına en yakın kişinin Selahattin Demirtaş olduğunu belirtiyor. Tabii, saptamanın tuhaflığını kendi de fark ediyor olmalı ki, ekliyor:

“Ama ona da solcu lider demek pek kolay değil.” (35)

İşte, Gönensin ve liberal sol yaklaşımın doğal açmazı, öngörülebilir hayal kırıklıkları…

Yakın dönem siyaset / basın tarihi ziyafeti

Gönensin’in anıları içinde siyaset ve basın tarihi açısından epey ilginç ayrıntılar var:

Baykal’ın 28 Şubat sürecinde darbe olacağına kesin gözüyle bakıyor olması (49,108),

Kemal Uzan’ın, borçları nedeniyle Cumhuriyet’e el koyma girişimlerine karşı Demirel’e ricacı olarak başvurduklarında, “Doğrusu konu para olunca Kemal değil beni, babasını bile dinlemez…” deyişi (72),

Doğan ve Sabah gruplarının rekabeti ile Uzan’ın piyasaya girmesinin basında çalışanların ücretlerini epey yukarı çekmiş olması (95),

90’lardaki promosyon savaşlarının tirajları inanılmaz rakamlara taşıması, ancak basının bu dönemde çok büyük itibar kaybettiği ve bir daha toparlanamadığı (98),

MİT müsteşarının önünde Tuncay Özkan ve Fatih Altaylı’nın karşılıklı olarak birbirlerini MİT elemanı olmakla suçlamaları (110),

Türkiye’de her iktidarın kendi medyasını yaratma refleksi ve geleneği (114-115,141),

90’larda Sabah ve Hürriyet gruplarının çatışmasının basında çok büyük maddi ve manevi zararlara yol açmış olması, habercilik ve yayın politikalarındaki sertleşmeler; “gazetenin aşağı yukarı taraf olduğunu bilirsin, CHP’ye yakındır ya da Adalet Partisi’ne yakındır. Ama bu kadarına alışık değildi Türk okuru, böyle çok açık edilmesine, amiyane tabiriyle söyleyelim, ayağa düşmesine alışık değildi. İlk kez o dönem ayağa düştü diyelim taraflılık. Doğan grubu çok açık Mesut Yılmaz’ı destekliyordu. Sabah grubu da Tansu Çiller’i.” (123-124)

“O kadar prestij kaybetmiş durumdayız ki, bizi koruyacak, kollayacak bir kamu yok, halk yok. Eski dönemlerdeki gazete bağlılığı, gazete bağımlılığı, yazar bağımlılığı gibi kavramların hiçbirinin kalmadığını görüyoruz.” (134)

80’lerde toplam 4 milyon olan basın tirajının promosyonlarla 7-8 milyona çıkışı, 2017’de ise ancak 2 milyon oluşu (135),

Ecevit’in 1978’deki sıkıyönetim ilânı kararını İlhan Selçuk’a danıştığı (179),

SHP-DYP iktidarı için İlhan Selçuk ve Uğur Mumcu’nun arabuluculuk yaptıkları (180) vb.

Bazıları tartışmalı, bazıları teyide muhtaç, bazıları ise oldukça doğru daha onlarca bilgi, anı arasında dolaşırken ilginç bir tanımlamayla karşılaşıyorsunuz:

“Gazetecilik çok nankör bir meslek; biraz amiyane bir benzetmeyle “kalecilik” gibi. Kimse kurtardığın golleri hatırlamaz, herkes yediğin golleri hatırlar.” (190)

Doğru mu?

Kitaba küçük de olsa bir dizin eklenebilirdi. Hatipoğlu’nun VIII. bölümü oluşturan açıklamalarının önsöz olarak kitabın başına alınmasının daha uygun olacağı söylenmeli. Gerekli yerlere açıklayıcı dipnotlar eklemiş olan Hatipoğlu’nun, Gönensin’in 11 Eylül 1980 gecesini anlattığı sayfada (92) adı geçen Hülya’nın, Gönensin’in ikinci eşi Hülya Karadeniz olduğunu belirtmemiş olması bir anı kitabı için önemli bir dikkatsizliktir. Kitabın arkasında yer alan fotoğraf albümünde Gönensin’in basın yaşamının yalnızca Cumhuriyet gazetesi yıllarına ait fotoğraflara yer verilmiş olması ise eksiklik sayılmalıdır. Kapak tasarımına gelince, ön yüzde yer alan, yine Cumhuriyet dönemine ait fotoğraf, Gönensin’in nostaljisini yansıtmak amacıyla kullanıldıysa, oldukça anlamlıdır.

Okay’ın Kitabı, söyleşi: Aytekin Hatipoğlu, Karakarga Yayınları, 2018, (211+16 s)

 

KAYNAK : STAR GAZETESİ

BU KONUYU SOSYAL MEDYA HESAPLARINDA PAYLAŞ
ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZ