Merhum Erol Olçok’un eşi Nihal Olçok 15 Temmuz gecesi yaşadıklarını anlattı

Darbe girişimi gecesi oğlu Abdullah ile şehit olan reklamcı Erol Olçok’ın eşi Nihal Olçok 15 Temmuz’da yaşadıklarını anlattı.

Merhum Erol Olçok’un eşi Nihal Olçok 15 Temmuz gecesi yaşadıklarını anlattı

Fetullahçı Terör Örgütü’nün (FETÖ) darbe girişimi sırasında 15 Temmuz Şehitler Köprüsü’nde oğlu ile şehit edilen Erol Olçok’ın eşi Nihal Olçok Hürriyet gazetesine verdiği röportajda 15 Temmuz gecesinde yaşadıklarına dair önemli açıklamalarda bulundu.

Nasılsınız? Yaşıyor musunuz, hayatta mısınız? Yediğinizin, içtiğinizin farkında mısınız?

– Acı en güçlü duyguymuş! Acı, başka hiçbir duyguya yer bırakmıyormuş. Acı varken, başka hiçbir şey hissedemiyorsunuz ve sanıyorsunuz ki bu hiç bitmeyecek. Ama ilginçtir, Rabbülalemin bizi yaratırken, içeriye, böyle minik minik doktorlar da koymuş tedavi edici…

Ruhumuza mı…

– Evet. Bir müddet sonra, o bizi acıtan yaralar hem fizyolojik hem de manevi olarak kapanmaya kodlanmış. Fakat şöyle bir şey oluyor: Acıdan sonra yeni bir duyguyla tanışıyorsunuz. Ve sanıyorsunuz ki, bu yeni tanıştığınız duygu da zamanla, acı gibi hafifleyecek. Ama işte o olmuyor! O duygu, ömür boyu sizinle birlikte yaşıyor…

Nedir o duygu?

– Hasret… Hasrete çare yok!

Her an mı aklınıza geliyorlar?

– Gitmiyorlar ki gelsinler…

Sabahları uyandığınızda, bir an sanki her şey normalmiş gibi, üç evladınız da hayattaymış gibi oluyor mu?

– Mesela geçenlerde Uludağ’a gittik çocuklarla. Ben sabah uyandım. Yan yana odalarda kalıyorduk, yüksek sesle çocuklara seslendim, “Günaydııın. Hadi abinizi uyandırın da kahvaltıya inelim…” Beynimin bana bir oyunuydu, bir anlığına her şey normalmiş gibi geldi. Sanki Abdullah’ım hayattaymış gibi. Çocuklarımın yüzünün ifadesi değişti, nasıl acıya büründü anlatamam, koşarak odadan çıktılar… “Yiyor musun, içiyor musun?” kısmına gelince, evet tabii, hayat bir şekilde devam ediyor. Ama hani ‘afiyetle yemek’ diye bir şey vardır ya…

O kalmadı…

– Evet, kalmadı. ‘Afiyetle yemek’ çok güzel bir duadır, temennidir. Benim afiyetim gitti. Gelir mi? Bilmiyorum ama gelse iyi olur. Çünkü iki tane daha kıymetlim var…

AÇIKLAMASI YOK SADECE TESLİMİYET VAR

Hep Abdullah’tan söz ediyorsunuz, Erol Olçok peki?

– Tabii ki Olçak’ı da ayırmak mümkün değil. Birisi sebebi zuhur, baba, o çocukların dünyaya gelmesine vesile olan kişi yani. Öbürü de, o zuhurun sonucu. Abdullah, bir sürü ilki yaşadığım, bana bir sürü ilki tattıran ve öğreten çocuk. Benim annelik öğretmenim Abdullah…

Nasıl açıklıyorsunuz bu olup biteni? Kaderle mi?

– Açıklaması yok. Sadece teslimiyet var…

Sizin için “Neden ben?” yok o zaman…

– Yok.

Peki sözünü ettiğiniz bu teslimiyeti nasıl başarıyorsunuz?

– Baktığınız yerle alakalı bir şey. Abdullah hiç olmayabilirdi. Abdullah diye tanımlanmış bir varlık olmayabilirdi bu dünyada. Çok şükür ki oldu ve benim oğlum oldu. 17 sene onu gördüm, tanıdım. Kokladım, sevdim. Bana onunla gelen bir sürü hediye oldu. Bana kattığı müthiş zenginlikler oldu. Birlikte büyüdük biz Abdullah’ımla. Onu kucağıma aldığımda 19 yaşındaydım. Çok güzel bir 17 yıl yaşadım. Ama artık Abdullah yok. Allah onu aldı…

Sizce bunun bir sebebi var mı? Tüm bundan bir ders çıkarmanız mı gerekiyor?

– Hayır. Olması gereken buydu, oldu. Bu kadar. Allah’ın bir paşa gönlü var. O paşa gönlü, böyle olmasını arzu etti. Ve biz, bu sırrı ilahiyi bilmiyoruz. Bir gün öğreneceğiz belki. O zamana kadar her şey olması gerektiği içindir. Herkes vazifesini yapıyor. “Neden benim başıma geldi” asla demedim. Demem de! Ben Abdullah’a ve Olçak’a gittiğim zaman da, hep aynı şeyi söylüyorum. Diyorum ki, “Size minnettardım ama bundan sonra minnetimi nasıl ödeyeceğim bilmiyorum!”

Açar mısınız lütfen, ben anlamadım…

– Benim olduğunuz, beni sevdiğiniz ve beni seçtiğiniz için size çok çok minnettarım. Artık yoksunuz ama yokluğunuz da bir lütuf!

Yokluk, nasıl lütuf oluyor?

– Çünkü cennet, şehadet! Bakın Abdullah 17 yaşındaydı. 17 yaşında yaşanan, yaşanabilecek bir sürü şey vardı ve onları yaşamadı…

Âşık olmak gibi mi?

– Yok, âşık oldu! Bunu ondan duyduğum için çok çok mutluyum. Aşkı o kadar güzel tarif etti ki. Birlikte yemek yiyorduk ve dedi ki, “Karnımda kelebekler uçuyor. Ama sonra kramp giriyor. Hep onu düşünmek istiyorum. Nedir bu duygu?” “Aşk” dedim. Sonradan o kıza teşekkür ettim. Oğluma bu duyguyu tattırdığı için. Aşkı bilerek gitti yani. Bu dünyadaki en kıymetli duygu aşk. Aşkı yaşamayan ziyandadır. Âşık olmak için geldik biz bu dünyaya!

MEZARLIĞA GECELERİ GİDİYORUM

Kendinizi nasıl motive ediyorsunuz yaşamı sürdürebilmek için?

– Etmiyorum.

Açar mısınız?

– Diyorum işte, her şey olması gerektiği gibi olduğu için böyle. Ha bir takım şeyler var hayatımda. En önemlisi de dua. Sonra çocuklarım var, Şamil ve Emir o kadar kıymetli ki benim için. Ve tabii geceler var…

Nasıl yani?

– Yaklaşık 4 buçuk ay oldu gündüz hiç gitmiyorum kabristana. Bütün mezarlıklarda artık kamera sistemi var, güvenli de. Bunu öğrendikten sonra gece gitmeye başladım…

Korkmuyor musunuz?

– Yok canım. Üstelik tek başıma gidiyorum. Artık orada birileri var beni tanıyan, Abdullah’la Olçak var. Bu arada muhteşem oldu mezarlıklar. Ders bile çalıştığım oluyor. Gidiyorum onların yanında ders notlarımı çıkarıyorum. Çok huzurlu hissediyorum kendimi orada…

Bu geçen 9 ayda neler yaşadınız?

– İlk önce neye tutunuyorsanız, inanın hep yardım oradan geliyor. Ben o akşam, bu haberi aldığım anda Allah’a sığındım. İlk yaptığım şey, Kuran’ı elime alıp, çok yüksek sesle ve hiç durmadan, yorulana kadar okumaktı. 9 ay boyunca da hep devam ettim. Onları besleyebileceğim ve onlara ikram edebileceğim tek şey bu…

Dua mı?

– Evet. Şamil ve Emir’e kahvaltıda bir şeyler yediriyorum artık Abdullah’a ve Olçak’a ancak böyle kahvaltı hazırlayabilirim. Aynı şekilde diğer öğünleri de…

KAYNAK : STAR GAZETESİ

BU KONUYU SOSYAL MEDYA HESAPLARINDA PAYLAŞ
ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZ