‘Beyni ‘Ey Hakikat!’ diye zonklayacak bir gençlik’

Yeni Şafak yazarlarının Türkiye ve dünyadaki gündeme dair analizlerini sizler için özetledik… Yusuf Kaplan köşesinde Türkiye’deki genç nüfusa işaret ederek ‘nasıl bir gençlik?’ sorunsalı üzerinde durdu. Hayrettin Karaman, Hasan Öztürk, Mustafa Armağan ve Merve Şebnem Oruç da gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu.

‘Beyni ‘Ey Hakikat!’ diye zonklayacak bir gençlik’

Yusuf Kaplan, Hayrettin Karaman, Hasan Öztürk, Mustafa Armağan ve Merve Şebnem Oruç’un yazılarının en dikkati çeken bölümleri:
Genç nüfusunu su gibi harcayan bir ülkeyiz

Sadece gençlik dizilerine bakmanız bu gerçeği görmeniz için yeterli: Neredeyse bütün televizyonlarda gençlik dizileri var ve bu dizilerin hepsi de aynı tema etrafında dönüp duruyor: Kız peşinde koşturan oğlanlar, oğlan peşinde koşturan kızlar!

Bu nedir?

Bir toplumun intiharıdır: Genç kuşağın çıkmaz sokağın eşiğine yuvarlanması!

Dünyanın hiç bir ülkesinde bu kadar sığ ve sığlaştırıcı, bu kadar yoz ve yozlaştırıcı bir kültürel saldırıya izin verilmez.

Bu gidişe bir dur denmeli, gençliğin zihnini ve kalbini, ruhunu ve ufkunu açacak işlere imza atılmalı.

Unutmayalım: Bir yerde ruh yoksa, gürûh vardır yalnızca.

Yusuf Kaplan’ın yazısının tamamını okumak için tıklayınız:

Devlette çalışamadılar, üniversitelere okuyamadılar…

Türkiye’de laikçiliğin zalim baskısı altında kızlarımızın ve kadınlarımızın bir kısmı inandıkları gibi yaşama konusunda büyük sıkıntılar ve mahrumiyetlere katlandılar. Devlette çalışamadılar, üniversitelere okuyamadılar, diploma merasimlerinden yaka paça kovuldular, uydurulan kamusal alan içinde açılmaya veya olmamaya zorlandılar, önünü sonunu hesaplamadan başı örtülü bir hanımı milletvekili yapıp Meclis’e sokan partiye savaş açtılar, o parti de vekilini koruyamadı, tarihe geçen bir rezillik ile o dindar bayanı Meclis’ten kovdular…

İslam, insan hakları, demokrasi diyerek bu zalim uygulamaya direnen ve nefes almak isteyen Müslümanlara karşı ilkeleri, kadın haklarını, çağdaşçılığı (modernizmi), sözde milli birlik ve bütünlüğü, laikliği… ileri sürerek mücadele veren insafsız, vicdansız, iddialarına rağmen ilkel ve bağnaz bir kesim vardı.

Neler söylüyorlardı?

Hayrettin Karaman’ın yazısının tamamını okumak için tıklayınız:

Peki bugünlerde Türkiye’de olup biten ne?

2008 küresel krizi Amerika’dan yola çıkıp, Atlantik’i aşıp İzlanda’yı yutup, Kıta Avrupası’na ulaştı. Geldiği haliyle de duruyor. Ne Portekiz artık eski Portekiz, ne İspanya, ne İtalya. Hatta Almanya bile artık eski Almanya değil. Diğerlerini ve ufak tefek devletleri ise hiç anmıyorum.

2008 krizi Amerika’da çıktı fakat Avrupa’yı fena halde vurdu, vurmaya devam ediyor.

Buna bir de küreselleşmenin yan etkilerini eklersek, Avrupa Birliği’ndeki (AB) krizin derinliğini anlayabiliriz.

Amerika’nın hali ortada. Trump seçildiğinde ilk cümleleri, “Ortadoğu’ya 6 trilyon dolar harcadık. O parayla ülkemizi iki kere kurardık” oldu. Alt yapı ve üst yapıda ciddi sorunlar yaşayan Amerika’nın yeni başkanının gündemi bu!

Hasan Öztürk’ün yazısının tamamını okumak için tıklayınız:

Fetihten sonra Ayasofya’ya neler eklendi?

Biz Ayasofya’da kutsal ocağın tekrar tütmesini istediğimiz için ibadete açılmasını istiyoruz. İlahiler, Kur’an-ı Kerimler, salatüselamlar buraya ayrı bir hava katacaktır.

Efendim turistler giremezmiş, turizm zarar görürmüş! Hayatımda bundan daha saçma bir gerekçe duymadım. Acaba turistlerin giremediği tek bir camimiz var mıdır?

Efendim ibadete açılırsa turistler nasıl gezermiş? Namaz vakitlerinde alt sahın belli bir yere kadar kapalı olur diğer selatin camilerinde olduğu gibi ama Ayasofya’nın bir de üst kat galerisi vardır ki, orası daima açık durur, turistler burayı namaz vakitlerinde dahi rahatlıkla gezebilirler. Üstelik mozaiklerin çoğu da bu kattadır.

Yeter ki niyet edilsin. Çare bir şekilde bulunur.

Mustafa Armağan’ın yazısının tamamını okumak için tıklayınız:

Bu köşede kim bilir kaç kere Suriye yazısı yazmışımdır. Kimi umutsuz, kimi öfkeli, kimi acı dolu… Her şey inceldiği yerden kopar, zulüm ise kalınlaştığı yerden derler ya, kimi zaman böyle düşünüp kendimi kandırdığım da olmuştu; çok kez “Bundan daha fazlası, daha ötesi olamaz; akıl-mantık bu işin burada bitmesini gerektiriyor” demiştim. Ondan daha fazlası, daha ötesi, çok daha fazlası, daha da ötesi oldu.

Suriye’de insanlığa dair ne varsa öldü. Ölmemek için yollara düşüp mülteci olanlar, Avrupa’nın kaderini tehdit eder, dünyanın vebalısı haline gelirken, Suriye ülkelerini terk etmeyenlerin teker teker avlandığı bir yer oldu. Moğol İstilasını ve Kavimler Göçü’nü andırır şekilde, kendi insanlarını vatanlarından edip mülteci haline getiren, yarım milyon insanın katili Beşar Esad, o giderse Suriye Müslümanların eline geçer diyerek ehven-i şer, 3 milyon insana Doğu’dan kapılarını açıp sığınak olan, bir de üstüne üstlük sınırları Batı’dan yana kapatarak Avrupa’yı tampon vazifesi görmek suretiyle koruyup kollayan Türkiye de günah keçisi oldu.

Merve Şebnem Oruç’un yazısının tamamını okumak için tıklayınız:

KAYNAK : Yenişafak

BU KONUYU SOSYAL MEDYA HESAPLARINDA PAYLAŞ
ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZ