Yeni Şafak Kitap’ın Şubat sayısı çıktı

Çizgi hayatında 40 yılı geride bırakan Hasan Aycın, CNR Kitap Fuarı’nın bu yılki onur yazarı oldu. ‘Çizgilerini’ Yeni Şafak Kitap’a anlatan Aycın, “Benim çizgilerimde Hanzala yeri geldi mücadelenin tam ortasında oldu, yüzünü döndü” diye konuştu.

Yeni Şafak Kitap’ın Şubat sayısı çıktı

Yeni Şafak Kitap’ın Şubat sayısı çıktı. Sayıda Yeni Şafak ve TVNET’in ana sponsoru olduğu “Uluslararası CNR Kitap Fuarı”yla ilgili zengin bir içerik okuyucuya sunuluyor. Fuarın onur konuğu usta çizer Hasan Aycın ile yapılan söyleşi ve edebiyat dünyasında yaşanan son gelişmeler ile mezar taşlarının kültürümüzdeki yerine ilişkin Süleyman Berk ile yapılan söyleşi yer alıyor.

Eserleri yurt içi ve yurt dışında ilgiyle takip edilen Hasan Aycın, ilk bakışta kendini belli eden çizgilerin sahibi, özgün bir çizer. 4. Uluslararası CNR Kitap Fuarı’nın onur yazarı seçilen Usta çizer, 40 yılın verdiği birikim ve olgunlukla üretmeye devam ediyor. Aycın, ilk kitabı “Bocurgat”ı inceleyen Finlandiyalı gazetecinin yaptığı röportaj ve ülkesine döndüğünde karşılaştığı sansür olayına değinerek çizgilerinin hayatına şahitlik ettiğini söylüyor. Birçok dergi ve gazetede eserleri yayınlanan Aycın’ın otobiyografik eseri Müşahedat’ın yanı sıra kadim metinleri yeniden yorumladığı Sâhipkırân, Bin Hüseyin, Esrarnâme adlı düzyazı eserleri de bulunuyor. Usta çizer Hasan Aycın, kitaplar, devlet sanatçılığı, ödüller, çizgiler ve Hanzala’yı Yeni Şafak Kitap için anlattı.

Çizgilerim hayatımın şahidi oldu

Eserleri yurt içi ve yurt dışında ilgiyle takip edilen Hasan Aycın, ilk bakışta kendini belli eden çizgilerin sahibi, özgün bir çizer. 4. Uluslararası CNR Kitap Fuarı’nın onur yazarı seçilen Usta çizer, 40 yılın verdiği birikim ve olgunlukla üretmeye devam ediyor. Aycın, ilk kitabı “Bocurgat”ı inceleyen Finlandiyalı gazetecinin yaptığı röportaj ve ülkesine döndüğünde karşılaştığı sansür olayına değinerek çizgilerinin hayatına şahitlik ettiğini söylüyor. Birçok dergi ve gazetede eserleri yayınlanan Aycın’ın otobiyografik eseri Müşahedat’ın yanı sıra kadim metinleri yeniden yorumladığı Sâhipkırân, Bin Hüseyin, Esrarnâme adlı düzyazı eserleri de bulunuyor. Usta çizer Hasan Aycın ile kitaplar, devlet sanatçılığı, ödüller, çizgiler ve Hanzala’yı konuştuk. Kitapla ilişkiniz nasıl başladı? İlk gördüğüm kitap Mushaf›tı. İkincisi ise ilmihal. İlk okuma deneyimlerim onunla oldu. Sonra okul, ders kitapları dışında ecza dolabının yanındaki kitap dolabını keşfettim. İçinde iki kitap vardı. Birer formalık Keloğlan Masalları ve Nasrettin Hoca Fıkraları… Para vererek aldığım ilk kitapsa Tahir ile Zühre oldu. Kapağında da naif bir illüstrasyon vardı. 9-10 yaşlarındaydım. Coğrafya kitabının arasında okumuştum.Bu eserler, çizgilerinizi etkilemiş olabilir mi? Daha çok evin arka bahçesinde izlediğim gün batımları etkili olmuştur. Çizerlerden etkilendiğimi söyleyemiyorum, o günlerin etkisi daha baskındır. Saatlerce, rüzgara kadar gözlemlemişim. Yürümeye başladıktan sonra özellikle, kalem bulamazdık. Cebimde çivi taşırdım. Hayvan otlatırken kayalara çizimler yapardım.Yazının önemi nedir sizin için? Yazı yazmak benim için yazamamayı ifade eder. Yazabilseydim çizmezdim. TEK RUTİNİM BESMELEYazı ve çizgi arasında nasıl bir kıyas yapabilirsiniz? Yazıyla ifade edebildiğimi çizgiyle ifade etmek içimden gelmiyor. Çizgiyle ifade edilebilen de yazıya yer bırakmıyor. İkisinin de yeri ayrı.Her defasında çizgiye nasıl başlarsınız? Rutininiz var mı? Tek rutinim besmele. İlk yıllarda bir hazırlığım olmazdı. Sonrasında çizgi notları almaya başladım. Günlük hayatta yaşadıklarım sonucu bir takım şeyler oluşuyor zaten, onları küçük ajandama çiziyorum. Bazen de telefona küçük hatırlatıcı notlar kaydederim.Telefon veya bilgisayarda çizim yapmayı denediniz mi? Hayır, bunun bir şeyleri kaybettireceğine inanıyorum. Çizgilerinizde gördüğümüz Hanzala’nın seçilme nedeni nedir? Hanzala hiçbir zaman göründüğü gibi sadece bir çocuk değildir. Hanzala bir mücadelenin sembolüdür. Ümmetin tamamına şamil bir mücadeleyi yürütür. Minnet beslediğim bir mücadeledir. Filistin davası dışında çizgi çizmemiş olan Naci el Ali, Filistin davasını çizgi yoluyla çok iyi savundu. Çizgiyle mücadele edilebileceğini de gösterdi. Buna aykırı bir yaşamı da olmadı, şehit oldu. O insanın çizgisine verdiği bir önemin de nişanesi olarak ismini hiçbir zaman imza olarak kullanmadı, o çocuk tipini kulllandı. Acıklı Filistin tablosuna bakan, olup biteni izleyen, sırtı hep insanlığa dönük bir Hanzala. Bütün tablolara müdahildir. Yüzünü de hiç dönmedi. Küskünlüğün ve sitemkarlığın bir ifadesi olarak da okunabilir, okunmalıdır. Benim çizgilerimde ise Hanzala yüzünü zaman zaman döndü, ben biraz zorladım. Çünkü benim tanıklıklarım Naci el Ali’den sonrasına ilişkindi. Çocukların katledildiğini gördük, Hanzala’nın temsil ettiği değerler zarar gördü. Benim çizgilerimde Hanzala yeri geldi mücadelenin tam ortasında oldu, yüzünü döndü. Mücadelenin de seyri döndü. Filistinliler’in dışında, dünyada da bu davaya sahip çıkanlar olmaya başladı. Mavi Marmara, One Minute olayları bunlardan birkaçıdır. Birleşmiş Milletler’e girdiler, devlet olarak kabul gördüler. Bayrağı ümmete teslim edecek aşamaya getirdiler.Çizgilerinize yurt dışından bir ilgi var mıydı? 1990’da Finlandiya’dan bir gazeteci geldi. Sadece ilk albümüm Bocurgat vardı, onu inceleyip gelmiş. Türkçe, Fince, İngilizce’nin içinde olduğu zahmetli ve uzun bir röportaj yapmıştık. Geri döndü ve bir süre sonra bir özür mektubu gönderdi. Gazete şefleri röportaja bile bakmamış. Albümü inceleyip ‘Bu adam Müslüman, biz bunu yayınlayamayız’ demişler. Geri dönüş böyle olunca tercümanlardan biri üzüldü, bense ‘Elhamdülillah, benim çizgilerim Müslüman olduğumu oralarda belli etti, şahitlik yapmışlar, ne güzel’ diyerek sevinmiştim. Çizgilerim hayatımın şahidi oldular. İLK ÇİZGİLERİMİN ÇOĞU KAYIPYurt dışında bir dergide çizmiştiniz, hikayesi nedir? Biraz taşralı bir insanım. Ödül almıyorum, kendimle ilgili olsun olmasın progamlara gitmiyorum. Hiçbir çizgimi bir yerlere götürmedim. Biraz da böyle korunabiliyorum sanırım. Hiçbir zaman şurada yazıp çizeyim diye de bir isteğim olmadı. Birilerinin isteğiyle, teklif etmesiyle olmuştur. Sergiler de yer aldığım gazete ve dergiler de… Bunun da hikayesi böyledir. İki yıl kadar Londra’da çıkan Inquiry dergisinde çizgilerim yer aldı. İletişimi Ahmet Kot sağlıyordu. Bir de Ürdün’deki Es Senabil dergisinde birkaç çizgim yer aldı.İngiltere’den ne tür çizgiler istenirdi? Genellikle dosya konularına göre çizimler yapardım. Computer özel sayısı yapacaklarmış, çizgi istediler. Ben de ne olduğunu bilmiyordum. Bilgisayar olduğunu öğrendim ama bankada gördüğüm birkaç örnek dışında nasıl göründüğü hakkında fikrim yoktu. Bir gece işten çıktım ve Üsküdar’a geçmek Sirkeci’ye indim. Orada bir vitrinde bilgisayar gördüm. Karanlıkta biraz izledim. Sonra da insanlar herhalde bunu böyle kullanıyordur deyip çizimler yaptım. Sabah da bilgisayar kullanan adamı kullanan bir bilgisayar çizip Ahmet Kot’a verdim. Bir de siyasi cinayetler konulu bir dosya vardı. Onun için de portreler çizdim. Ancak çoğu çizgim gibi orijinal hali onlarda kaldı. O zamanların imkânıyla çizip gönderiyordum ve kendime bir örneğini ayırmıyordum. Özellikle ilk zamanlarda Bursa’dan, Balıkesir’den çizip gönderdiklerim kaybolmuştur. Hatta Bocurgat dergi sayfaları, gazete kupürlerinden toplanıp çekilen fotokopi çizgilerle hazırlandı. TÜYAP KABUĞUNDAN ÇIKAMADICNR Kitap Fuarı’nda onur yazarı oldunuz. Ne söylemek istersiniz? Sağolsun arkadaşlar geldiler, teklif ettiler. Demin söylediğim şartlarımı saymama rağmen peki dediler. Sadece her zamanki gibi yayınevinin düzenlediği imza gününe gideceğim.Kitap Fuarları’nın sayısı arttı. Sizce bu olumlu bir etki mi sağlar? Kendimize uygun kitap fuarlarına ihtiyacımız var. TÜYAP ne yazık ki kendi kabuğunun dışına çıkamadı, bütünlüğü sağlayamadı. Bir kısmı ‘siz bizim yabancılarımızsınız’ der gibi dışarda tuttu. Benim için hiçbir zaman sıcak ortamlar olmadılar. Müslüman bir ülkede çok büyük bir kitap fuarı yapacaksınız, bunların çocuklarıyla gelsinler, okusunlar isteyeceksiniz ama mescidiniz olmayacak. Direkt olarak dışarda bırakma yok tabii ama önemli olan hissettirdikleri. Sultanahmet avlusunda başlayan kitap fuarının naif bir tadı kaldı. Hep onu arıyoruz. CNR benim gözümde dört başı mamur bir etkinlik olma yolunda ilerliyor. Ancak her yere açılan fuarlar pek işlevsel gelmiyor bana. Sayının artmasına olumlu bakmıyorum. BU İŞLERİ ÖDÜL İÇİN YAPMADIMSon yıllarda devletin sanat olan desteğinde gözle görülür bir artış var. Sanatçılar ve ürünler açısından etkileri nasıl olur? Süleyman Demirel zamanında devlet sanatçılığı dağıtıyordu. Bir dergi de bu vesileyle bana devletin sanatçısı olur mu diye sormuştu. ‘Bunu olanlara veya olamayanlara sorun’ demiştim. Şimdiyse bu, bizi de ilgilendiren bir durum haline geldi. Devletin imkânları eşit bir şekilde taksim edilmeli. Müslüman kesim, o kesim bu kesim diye ayırmadan sanatçılar açısından söylüyorum. Kendi açımdan ben verilen kıymete eyvallah deyip kabul ederim. Ancak karşılığında istenenler karşısında topal kalıyorum. Törene gitmem, referans olarak kullanmam, biyografimde yer vermem diye belirtiyorum. Çünkü ben bu işleri onun için yapmadım. Prensip olarak devlet veya kurumları ödül vermeli. Fakat sanatçılara dikkatli bakıp kim nerede kaimse onu orada tutacak. Sanatçıyı kalıplarının dışına çıkmaya zorlamayacak. Gençlere ise özellikle ödül verilmeli. Onları ahlâken yerinde tutarak, bu işin peşinde koşan insanlara dönüştürmeden tabii. Devlette böyle bir akıl geliştirilmeli. İlk zamanlarınızda Bursa, Balıkesir gibi çeşitli illerde bulundunuz. Pazarcılık, ajans gibi çok insanla iletişimde olduğunuz işlerde çalıştınız. Şimdiyse evden yazıhaneye bir hayatınız var. hareketli günlerden bu durgun günlere, çizginizde bir değişim oldu mu? Yazıhaneye en yoğun saatlerde geliyorum ve yolda 3-4 vasıta değiştiriyorum. Şehir içi ve dışı yolculuklarımda otobüs kullanıyorum. Çizgi, gözleme açık bir sanat. Olan bitenler elbette etkiliyor. 22 yaşında ilk çizgimi çizdim. Şimdi 62 yaşındayım. Bu 40 yılda süphesiz farklar olacaktır. Birikim, düşüncelerin olgunluğu yansıyacaktır. Herkes için böyledir. Yoksulluk zamanları, çocukluk günleri, köy ve taşra hayatı, Bursa, Balıkesir, İstanbul günleri… Geçmiş, dolu dolu geçmiş. Bu tempoyu da seviyorum. Allah gönlüme göre verdi, olmak istediğim kişi oldum.


Necip Fazıl külliyatı büyümeye devam ediyor

Necip Fazıl Kısakürek’in iki yeni eseri külliyatına katıldı. “Dil ve Edebiyat” seçme yazılardan oluşurken “Tiyatro ve Tesiri” ilk kez kitaplaşan bir konuşma metni. Selçuk Karakılıç, Kısakürek’in sanat hayatına dair önemli tespitlerinin yer aldığı yazısında yayınlanan yeni eserler hakkında da bilgi veriyor.

Necip Fazıl külliyatına iki önemli eser

SELÇUK KARAKILIÇNecip Fazıl Kısakürek’in Örümcek Ağı ve Kaldırımlar adlı şiir kitapları 1920’lerde yayımlandığında Türkiye hiç kuşkusuz büyük bir dönüşüm yaşıyordu. Büyük ve tahrip edici bir savaşın ertesinde olağanüstü bir politik değişim ve dönüşümü yaşayan aydınlar, bu yeni vaziyet karşısında ister istemez “kriz entelektüel” durumuyla karşılaşmışlardı. Balkan Savaşları, Birinci Dünya Savaşı, mağlubiyet, işgal, Mütareke devri, Cumhuriyet’in ilanı, saltanat ve hilafetin ilgası, inkılaplar Türkiye’si… Bütün bunlar, Türkiye’nin en uzun on yılında yani 1912-1922 yılları arasında cereyan ederken aydınların bu durumdan etkilenmemesi mümkün değildi. Necip Fazıl neslinin bohem hayata tutunmasının asıl sebeplerinden biri de elbette büyük yıkıntının meydana getirdiği şoktu.KARŞILIK BULMAKTA ZORLUK ÇEKMEDİNecip Fazıl’ın şiiri, 1908 sonrasında başlayan ve Cumhuriyet’ten sonra da devam eden şiir dünyasına bir tepki olarak doğmuştur. Farklı bir üslup ve ses rengine sahip Necip Fazıl’ın şiirleri şaşırtıcıydı ve karşılık bulmakta zorluk çekmemişti. O günlerde Necip Fazıl’dan “bir mısra bir millete şeref verecek şair” diye bahsediliyor, Türk şiirinin büyük isimleri arasında yer alacağı dile getiriliyordu. Hatta Ahmet Haşim, Necip Fazıl’ın “Kitabe” adlı şiiri için “Çocuk bu sesi nereden buldun sen?” diyecekti.Necip Fazıl hiç şüphesiz Cumhuriyet devrinin büyük şairleri arasında yer alıyordu, ancak Türk nesir tarihi incelendiği zaman görülecektir ki, Necip Fazıl aynı zamanda halefsiz ve selefsiz üslupçu bir yazardı. Aslına bakılırsa, Necip Fazıl’ın saltanatlı ve debdebeli Türkçesiyle yazdıkları onun korkunç zekasından ileri geliyordu. TÜRKÇE HASSASİYETİ Necip Fazıl, 1974’te yazdığı “Halimiz” isimli şiirinde şöyle hayıflandığını görüyoruz:“Ruhsal, parasal, soyut, boyut, yaşam, eğilim… Ya bunlar Türkçe değil, yahut ben Türk değilim ! Oysa halis Türk benim, bunlar işgalcilerim; Allah Türk’e acısın yalnız bunu dilerim.”Necip Fazıl, Türkçe’nin devlet ve aydınlar eliyle katledilmesine sessiz kalmamış, bu kültür vurgununu hem şiiriyle hem de yazılarıyla çok defasında gündeme getirmişti. Özleştirme gayretinin yanlış olduğunu, bunun çok ciddi problemlere yol açacağını çok çabuk fark eden Necip Fazıl, 30 Eylül 1940’ta yazdığı “Anadolu Ajansı” başlıklı yazısında şöyle diyordu: “Topraklarımızda bir dil gazası açmaya mecburuz. Kıyasıya bir dil gazası… Madde planında kurtuluş savaşını o kadar güzel idare ettiğimiz bu topraklar, ruh planında da tam ve gerçek anlamda kurtuluş bekliyor. Ruh planındaki kurtuluş savaşının hareket arsası dildir. her şeyden evvel bu arsayı, ısırgan otlarından, devedikenlerinden ve bataklıklardan temizlemek zorunda değil miyiz?” “Ruh planındaki kurtuluş savaşının hareket arsası” olarak Türkçenin aydınlar eliyle katledilmesine tahammül edemeyen Necip Fazıl’ın 1940’lı yıllarda gazete ve dergilerde yazdığı “Dil ve Edebiyat” yazıları derlenerek kitap haline getirildi. “Dil ve Edebiyat” yazılarındaki Necip Fazıl’ın şu sözleri çok dikkat çekicidir: “18 milyon Anadolu Türk’ünün hep birden trahom hastalığına tutulmasından daha ehemmiyetli ve yirmi tane Erzincan zelzelesinden daha felaketli olan müzmin dil buhranımıza daha fazla tahammül ve tevekkül göstermenin zamanı geçmiştir. Yarım yamalak varlıkların sapır sapır döküldüğü bu ruhî, aklî, ferdî, içtimaî, sınaî, iktisadî, siyasî, askerî muhasebe hengâmesinde, ordunun eline verilecek silâhla, milletin ruhî tamamiyetine vurulacak kilit arasında hiç kıymet ve ehemmiyet farkı yoktur. Topyekûn bütün kıymet şubelerimizle Türk’ü ayaklandırma ve şahlandırma günündeyiz”. Vaktiyle Fransız Akademisi üyelerinden birinin, genç nesiller elinde Fransızca’nın günden güne bozulduğunu, köklerini ve kanunlarını kaybettiğini iddia ettiğini, bu hâdisenin Fransa’da küçük bir kıyamet doğurduğunu yazan Necip Fazıl’a göre, “Türkçe, Engizisyon zulmüne uğruyor da kimse aldırış etmiyor”du.“Türkçe her şeyden önce kendi içinde mevcut ve malum olduğu kadar, öz çevresi içinde de ihanete uğradığını ve dilimizi resmen unuttuğumuzu” söyleyen Necip Fazıl şöyle devam ediyor: “Neredeyse, bir tatlısu frengi edasıyla üç adamlar diye konuşacağız. “Üç silahşörler, Üç ahbap çavuşlar” gibi bazı isimleri hatırlamaz mısınız? Hele film isimleri, ilan Türkçeleri, Şişli ağızları, evlere şenlik! Dilimize bir başka ihanet, münevverler Türkçesinin üçte birini müstemlekeleştiren Fransızca kelime istilası… Türk anneleri, iki çocukta bir Fransız yavrusu mu doğuruyor? Ne rezalet! Daha bir başka ihanet, hem de kanımızdan olduğu rivayetiyle yaş ağaca çivi çakılırcasına bağrımıza kakılan, kuzguni siyah kelimelerde… Bunlardan bir çoğu mefhum halinde tutunamadı ama isim olarak tutunmak iddiasında… Nedir o “Etrüsk, Trak, Marakaz, Suvat” filan gibi vapur isimleri? Hotanto ticaret filosunun gemileri mi bunlar? Evimde idare lambasını devirsem, garajlar dolusu itfaiye otomobili sokaklara dökülür ve polis tahkikat açar. Ehemmiyeti kâinata bedel koca bir dile, önüne gelen kundak sokuyor. Nerede bu yangının itfaiyesiyle polisi?”EMSALSİZ BİR TELKİN KÜRSÜSÜNecip Fazıl’ın Türkçe üzerine yazdıkları yanında ikinci bir kitabı daha elimize ulaştı ki, doğrusu hacmi küçük ancak tesiri büyük bir eserdir. Aydınlar Ocağı’nda 2 Nisan 1964’te verdiği “Tiyatro ve Tesiri” adlı uzunca konuşmasının kitaplaştırıldığı Necip Fazıl, bu eserinde tiyatroyu anlatırken şöyle der: “Tiyatro, birçok insanın, bir ân, böyle birbirini göremez hâlde bir noktaya bakıp bir çerçeve içinde her gün yaşadığı hayattan bir parça gösteren bir sanat şekli… Sanat, tiyatronun da baş sermayesi olan kelâmın muhtelif formlarında, hikâye, roman, şiir vesairede daima bir iki buudludur; üçe varmaz. Ve hayal ki, Allah’ın yarattığı muazzam sahnenin ismidir, orada kendisini hakikatteki, realitedeki katılığıyla tecessüm etmiş bulamaz”.Tiyatronun etimolojik hikâyesinden başlayarak Yunan’dan, Orta Çağ Avrupası’na kadar geçirdiği evreleri ve bizdeki durumunu açıklayan Necip Fazıl konuşmasını şöyle bitirmektedir: “Bize iki vazife düşüyor. Bir tanesi, doğrudan doğruya mücerred kalıbın mücerred kıymetini anlamak, ondan sonra onu, kendi büyük mücerred ve müşahhasımıza bağlamak… Tiyatro, emsalsiz bir telkin kürsüsüdür”.Dil ve Edebiyat ile Tiyatro ve Tesiri adlı bu iki yeni eserle, Necip Fazıl külliyatı zenginleşiyor. Necip Fazıl gibi üretken ve verimli yazarın gazete ve dergi koleksiyonlarında kalmış yazıları derlendikçe, büyük yazar seçkin ve zengin bir külliyatı kavuşacaktır. Dil ve Edebiyat ile Tiyatro ve Tesiri dikkatle okuyunuz, sıra dışı bir yazarın saltanatlı Türkçesinin izdüşümlerini göreceksiniz.


Tapu senetlerimiz: Mezar taşları

Uzun ve titiz bir çalışma sonrası Zeytinburnu’nda bulunan tarihi mezar taşlarını kayıt altına alan Süleyman Berk, çalışmasını “Zamanı Aşan Taşlar”da bir araya getirdi. Kitapta 4 bin mezar taşı bulunuyor. Berk, “Mezar taşlarımız bu ülkedeki tapu senetlerimizdir” diyor.

Mezar taşlarımız tapu senetlerimizdir

İPEK TANIRKültür yayıncılığında iddialı eserlere imza atan Zeytinburnu Belediyesi “Zamanı Aşan Taşlar Zeytinburnu’nun Tarihî Mezar Taşları” kitabı ile önemli bir envanteri arşivlerimize kazandırdı. Kitabı yayına hazırlayan ve ön çalışmalarını yürüten Yalova Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Süleyman Berk ile bu kıymetli eserin hazırlık sürecini ve neleri kayıt altına aldığını, mezar taşlarının zamana yenilmemesi için neler yapılması gerektiğini konuştuk. Mezar taşları ne zaman ilginizi çekmeye başladı, bu ilginizin sebebi nedir?Mezar taşlarına ilgim çok eskiye dayanıyor. Evvela mezar taşları üzerine yazılan hüsn-i hatlara merak duydum. Bunlarla uğraşırken daha sonraki safhada sadece yazılarını değil mezar taşlarını da araştırmaya başladım. Mezar taşı başlıkları, semboller, ibareler derken bir deryanın içerisinde buldum kendimi…BİR TAŞTA ÜÇ SANATOsmanlı mezar taşlarını farklı kılan özellikler nelerdir?Mezar taşı kitâbelerine bakıldığında üç önemli sanatı görmekteyiz. Bir heykeltıraş gibi çok ince taş işçiliği ile işlenmiş mezar taşları. Hat sanatının çok önemli örneklerine de rastlıyoruz mezar taşlarında. Üzerlerine yazılan metinlerin de edebî özellikleri var. Çok güzel manzum ifadeler taşıyan, bazen nesir de olsa kâh güldüren kâh düşündüren sözler var. Osmanlı mezar taşları ve mezarlıkları herkesin ilgisini çekmiş. Yabancıların, yabancı sanat tarihçilerinin, sanatla ilgilenenlerin çok ilgisini çekmiş. Bizim kültürümüzde ve edebiyatımızda da eski mezarlıklarımızı bir cennet bahçesi olarak tasvir edenler olmuştur. Yahya Kemal bunlardan bir tanesi. Gerçekten bizim eski mezarlıklarımız ölümün soğuk yüzünü mûnis hâle getirmiştir. Servi ağaçlarıyla, çok güzel mezar kitâbeleriyle mezarlıklar âdeta cennet bahçesine çevrilmiştir. Bir de biz her zaman ölülerimizle birlikte yaşamışızdır. Mezarlıklar, hazireler mahallenin en görünür yerinde olmuştur. Merkezinde bir cami, medresenin etrafında mutlaka bir hazîre alanı oluşturulmuştur. Kitap nasıl ortaya çıktı?Sayın Belediye Başkanımız Murat Aydın bey, bu çalışmanın yapılmasını 10 yıl evvel istedi. Biz de sahaya inip nerede hangi taşlar var bunların tespitini yaptık. Kendime 4-5 kişilik bir sayım ekibi oluşturdum. Netice itibari ile 18 mezarlık ve hazirede 4 binden fazla mezar taşı kitâbesini tespit ettik. İkinci safhada bunların dijital ortama aktarımı gerçekleştirildi. Daha sonra da okumaları yapıldı ve kitap olarak neşredildi. Kitap iki ciltten oluşmaktadır. 1224 sayfada 4 bin mezar taşı kitâbesinin fotoğraf ve okuması var. 90 sayfalık giriş bölümünde mezar taşı kitâbeleriyle ilgili bilgiler verilmiş yapılan çalışmaları ele alınmıştır. Taşların yapısı ve başlıklarıyla ilgili bilgiler verdik. Zeytinburnu’nda bulunan tarihî yapıların, kütüphane, cami, namazgâh, çeşmeler üzerinde bulunan bütün kitâbelerin fotoğrafını ve okumalarını verdik. Böylece hacimli bir eser ortaya çıktı. Sadece iki sene okumaların tashihiyle meşgul olduk. Çünkü mezar taşları kitâbeleri içinde tahrip edilmiş, kırılmış ve okunamayacak durumda olanları vardı. Bunlar epey bir zamanımızı aldı ama neticede güzel bir çalışma ortaya çıktı. Bu tür kaynak niteliğindeki çalışmalar için güçlü bir destek ve beraberinde kuvvetli bir ekibin kurulması lâzım. Zeytinburnu Belediyesi olmasaydı bir yayınevinin böyle bir çalışmanın altından kalkması çok zor olurdu. Etrafında böyle tarihi mezarlık alanları olan belediyeler bu türden çalışmaları yaptırmaları elzemdir. Buralar çalışılarak envanterinin yapılması ve yayımlanması gerekir. Bu değerler kayıt altına alındığında hem bütün dünyanın erişimine açılıyor hem de çalınması, yurt dışına kaçırılması zorlaşıyor. Çünkü eseri tescil etmiş oluyorsunuz.Kitabınızdaki belge ve kayıtlar hangi mezarlıkları kapsıyor?Zeytinburnu’nda önemli mezarlıklar var. Merkez Efendi Mezarlığı, Yenikapı Mevlevîhânesi, Seyyid Nizam Hazîresi, Erikli Baba Tekkesi Hazîresi gibi. Bunlar dışında Silivrikapı Mezarlığı, Yedikule Mezarlığı, Dedeler Mezarlığı, Eski Topkapı, Çamlık ve Maltepe mezarlıklarında çok fazla sayıda eski mezar taşı kitâbesi bulunmaktadır. Biz buralarda İstanbul’un fethine yakın zamanlara ait kitâbelere rastladık. Şu anda İstanbul’da en çok Osmanlı mezar taşı kitâbesi Eyüpsultan Mezarlıklarından sonra Zeytinburnu’nda bulunmaktadır.Tarihi şahsiyetlerden kimler var bu hazirelerde?Zeytinburnu mezarlıklarında gerek Osmanlı döneminde gerekse cumhuriyet döneminde önemli zevât defnedilmiştir. Bunlar arasında şu isimleri sayabiliriz: Bosnalı Hamza Bâlî Hazretleri, Ahmet Kemal Dede, Ahçı Dede, Şeyh Sinan Erdebili, Hattat Kayışzade Hafız Osman Efendi, Hattat Mehmet Hulusi Efendi, Hattat Mehmet Şevki Efendi, Tanburi Cemil Bey, Tepedelenli Ali Paşa ve iki oğlu, Abdurrahman Nafiz Paşa buralarda metfundur. Tahir Olgun (Tâhirü’l-Mevlevî), İsmail Saib Sencer, Abdülhak Adnan Adıvar, Halide Edip Adıvar, Hattat Suud Yavsi (el-Mevlevî), Tahsin Öz, Ressam İbrahim Çallı, Sadettin Kaynak, Rızâ Nûr, Abdülhak Şinâsi Hisar, Hamdullah Suphi Tanrıöver, Hakkı Tarık Us, Ekrem Hakkı Ayverdi, Sâmiha Ayverdi, Kenan Büyükaksoy (Rıfâi), Şemseddin Yeşil, Hattat Mustafa Halim Özyazıcı, Ressam Sami Yetik, Mükremin Halil Yinanç, İbnülemin Mahmud Kemal İnal, Nizameddin Nazif Tepedelenlioğlu, Nurettin Topçu, eski büyükelçilerden Muharrem Nuri Birgi, Nuri Arlasez; eski başbakanlardan Necmeddin Erbakan ve daha birçok zât buradaki mezarlıklara defnedilmiştir. Adnan Menderes ve iki dava arkadaşı Hasan Polatkan ile Fatin Rüştü Zorlu da nakli yapılarak yeni Topkapı anıt mezarında yatmaktadır. Turgut Özal da vefat ettiğinde vasiyeti gereği bugünkü anıt mezarın olduğu alana defnedilmiştir.ESKİ TAŞLAR MICIR OLDUMezar taşlarının tahribatından sıkça söz ediliyor. Peki, korunması için neler yapılmalı?Hat sanatının da önemli örneklerini barındıran mezar taşları en çok ihmale uğrayan tarihî eserlerimizdendir. Genel mezarlık alanlarında defin devam ettiği için eski mezar taşları yok edilip, kırılıp buralara yeni mezarlık alanları açılmaktadır. Ne kadar dikkat edilirse edilsin bu oluyor. Sadece hazîrelere gömü yapılamamaktadır. Oralar için Bakanlar Kurulu kararı ve Cumhurbaşkanı onayı gerekiyor. Bu sebeple gömü yok denecek kadar az olduğu için tahribat nisbeten yoktur. Fakat genel mezarlık alanları için bunu maalesef söyleyemiyoruz. Bir zamanlar (toplu bir katliam diyelim biz bunlara) taşlar yerinden kaldırılıp, yeni yerleşim yerleri, yollar açılmış, dolayısıyla çok fazla sayıda mezar taşı tahrip edilmiştir. Eski taşlar temel taşı ve mıcır olarak dahi kullanıldığı olmuştur. Bazı mezarlıklar olduğu gibi kaldırılmış ve yerleşim yeri yapılmıştır. Bütün buralardan çıkan taşlar hiçbir şekilde saklanmamıştır. Neyse olan oldu; bundan sonra ne yapılması gerekir? Evvela elde kalanların envanterinin çıkarılması, dökümünün yapılması ve fotoğraflarının alınması lâzım. Acilen koruma tedbirleri devreye sokulmalıdır. Artık bu hazirelerin etrafı çevrilmeli, buralara güvenlik kameraları konulmalı, geceleri aydınlatılmalıdır. Bunlardan başka bu taşların fiziki ortamdan, hava şartlarından, asit yağmurlarından korunması için kimyevi olarak neler yapılması gerekiyorsa bu koruma tedbirleri uygulanmalıdır. Bu taşlar koruma altına alınmalı ve gelecek nesillere aktarılmalıdır. Mezarlıklar ve mezar taşlarımız bu ülkedeki tapu senetlerimizdir. Bu bakımdan bunların koruma altına alınması gerektiğini düşünüyorum.Koruma yapılırken de ayrı bir özen gerekiyor değil mi?Kimse ilgilenmediği için bilen bilmeyen bu taşlara müdahale ediyor. Kimisi soba yaldızı kullanarak mezar taşlarının üzerini boyuyor. Yasal olarak yapılan müdahalelerde de kumla temizleme yapıldığında yazı ve motiflerin özelliği gitmektedir. Bir heyet toplanıp bunlarla ilgili yapılacak çalışmaları kontrol altına almalıdır. Bizim bekâmız ve kültürümüzün gelecek nesillere bırakılması için bu gereklidir. Ayrıca tedbir için âcilen yasal düzenlemeler yapılmalıdır.


15 Temmuz’u anlamak için…

15 Temmuz darbe girişimine karşı tarihi bir direniş gösteren Türkiye’nin demokrasi zaferi sayısız kitaba konu oldu. Resmi kurumlar da, haberciler de, tanıklar da o anları farklı biçimlerde okura anlatıyor. Merve Akbaş, 15 Temmuz’da yaşananları daha iyi anlamak için kütüphanelere önemli eserlerin kazandırılması gerektiğine işaret ediyor.

15 Temmuz kitaplarına yer açın

Birkaç hafta önce Çengelköy’de bir taksiciden şu sözleri duydum: “Benim adım Süleyman. O gün halka kurşun sıkan rütbelilerin hepsini tanırdım. Hepsi müşterilerimizdi. Gözümüzün içine baka baka vurdular bizi.” Sadece Çengelköy gazisi Süleyman Abi’nin değil, Üsküdar Selamsız gençleri de, kocasını Genelkurmay’ın önüne helallik alarak yollayan ev hanımı da, tüm gece yaralıları hastaneye taşıdıktan sonra dostunu kaybettiği haberini alan adam da15 Temmuz’un hikayelerini hala kalplerinde taşıyor. Her biri FETÖ’nün darbe girişimine karşı tarihi bir duruş sergiledi. Halkın yazdığı bu destanı hatırlatan, inceleyen, onlarca kitap piyasaya çıktı. Bir o kadarı da raflardaki yerini almaya hazırlanıyor. Darbe girişiminin bilinmeyenlerini irdeleyen bu kitaplara ilgi hayli fazla.ÖNEMLİ ARAŞTIRMALAROkurun bu kitaplara ilgi göstermesinin başlıca nedeni tabi ki yaşananları daha iyi anlama çabası. Bu bağlamda öncelikli olarak araştırma ve incelemeler dikkatleri üstlerine topluyor. 15 Temmuz hakkındaki önemli araştırmalardan birinin sahibi Abdurrahman Üzülmez. Üzülmez’in Bir Devrimin Eşiğinde kitabı Profil Kitap etiketi taşıyor. Yazar çalışmada 15 Temmuz sürecinin öncesini ve sonrasını anlatmış. Bekir Berat Özipek ve Yasemin Abayhan’ın hazırladığı Uzun Gecenin Kısa Tarihi’nde ise Halil Berktay, Ufuk Uras, Burhaneddin Duran, Kutluğ Ataman, Erol Göka, Adam McConnel gibi isimler kalkışma sırasında yaşadıklarını kaleme almış. Kadim Yayınları’ndan çıkan kitap 8 dile de çevrilmiş durumda. Elips Kitap’tan çıkan başka bir 15 Temmuz kitabıysa Silüet Darbe. Yasin Topaloğlu’nun hazırladığı kitapta İbrahim Karagül’den Ertuğrul Özkök’e, Bayram Zilan’dan Hasan Bülent Kahraman’a 100 yazarın 15 Temmuz’la ilgili makaleleri bir araya toplanmış. Süreci farklı açılardan ele alan bir diğer çalışma ise gazeteci Atilla Yayla’ya ait. Liberte Yayınları’ndan çıkan Şanlı Direniş: 15 Temmuz kitabında Yayla şöyle diyor: “15 Temmuz, karşısında milli iradeyi buldu. Seçmenler, oylarına ve onurlarına sahip çıktılar. Darbe teşebbüsü, şanlı bir direnişle püskürtüldü.” KAHRAMANLARIN HİKAYELERİErdem Yayınları’ndan çıkan Okçular Tepesi isimli kollektif kitap da hain darbe girişiminin kahramanlarını anlatıyor. O gece vatan uğruna mevziyi terk etmeyen 64 kahramanın hikayesinin anlatıldığı kitabın editörlüğünü Gülcan Tezcan, Halil İbrahim İzgi ve Turgay Bakırtaş yapmış. Yıldız Ramazanoğlu, Suavi Kemal, Bülent Onat gibi yazarların imzaları olan çalışmada Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreter Yardımcısı ve Sözcüsü İbrahim Kalın’ın yakın dostu Erol Olçok’u anlattığı “Şehit Erol Olçok’a” başlıklı yazısı da yer alıyor. Truva Yayınları’ndan çıkan Haluk Özdil imzalı Reis’in Altı Saati de dikkat çekici çalışmalardan. IQ Kültür Sanat Yayınları’ndan Abdülkerim Cantürk’ün Hannas’ın 15 Temmuz İşgal Girişimi isimli kitabı ise terör örgütü mensuplarının nasıl bu hale geldikleri inceleniyor. Yine Alfa Yayınlarından çıkan Yalçın Akdoğan’ın köşe yazılarını topladığı Kumpastan Darbeye Fetö kitabı kısa sürede üçüncü baskısını yaptı.YÜZYILIN İHANETİ – YÜZYILIN ZAFERİCumhurbaşkanlığı da 15 Temmuz’la ilgili bir kitap çıkardı. Kurumsal İletişim Müdürlüğü imzalı, “10 Soruda 15 Temmuz Darbe Girişimi ve Fetullahçı Terör Örgütü” isimli kitapta, darbe girişiminde yaşanan gelişmeler ve FETÖ’nün gerçek yüzü anlatıldı. Ayrıca Adalet Bakanlığı da benzer bir çalışma hazırladı. Bakanlığın ’15 Temmuz: Yüzyılın İhaneti- Yüzyılın Zaferi’ adı verilen albümünde o gece yaşananlara dair çok çarpıcı fotoğraflar yer alıyor. Anadolu Ajansı’nın (AA), darbe girişiminin kronolojisini ve sonrasındaki tepkileri biraraya getirdiği “Dakika Dakika FETÖ’nün Darbe Girişimi” isimli kitabı bu alanda yapılmış en yalın çalışmalardan. Ücretsiz olarak dağıtılan kitap o gün ne olup – bittiğini daha iyi anlamak isteyenler için birebir. Siyaset, Ekonomi ve Toplum Araştırmaları Vakfı (SETA) da bu konuda birden fazla çalışma hazırladı. Onlardan biri, Demokrasi Nöbetleri: Toplumsal Algıda 15 Temmuz Darbe Girişimi isimli kitap. Saha çalışmalarıyla hazırlanan eser için 176 kişiyle mülakatlar yapılmış. Araştırma, demokrasi zaferine giden direnişin arka planındaki düşünceleri ortaya çıkarmayı hedefliyor. İBB’nin geçtiğimiz günlerde çıkardığı ’15 Temmuz Şehitleri’nde ise o geceki kahramanlar anlatılıyor. FETÖ kurbanı 239 kişinin ailesiyle yapılan röportajların yanı sıra darbe girişimine ait fotoğraflar da yer alıyor.HABERCİLER DE YAZDIO malum geceyi olayların birinci elden şahidi olan haberciler de yazdı. Mete Yarar, Hande Fırat, Cüney Özdemir o isimlerden bazıları. Mete Yarar, Darbenin Kayıp Saatleri isimli çalışmasında, o gün yaşananların iç yüzünü ele alıyor. 15 Temmuz gecesine giden yolda neler yaşandığını irdeleyen kitap Destek Yayınları’ndan çıkmış. O gece Cumhurbaşkanı Erdoğan ile canlı yayında Facetime görüşmesi yapan Hande Fırat ise kitabında girişimin ayrıntılarını kaleme almış. 24 Saat isimli çalışmada Fırat, gazeteci gözüyle süreci anlatıyor. Cüneyt Özdemir’in Kenan Taş ile hazırladığı çalışma Doğan Kitap etiketi taşıyor. Bir Millet Direniyor isimli kitap, 15 Temmuz’da direnişin içinde bulunan isimlerle yapılmış röportajlardan oluşuyor. Türkiye Haber Kameramanları Derneği’nin hazırladığı Kalkışma ise kollektif bir eser. 15 Temmuz’u en sıcak noktalarda yaşayan 102 haberci o gece yaşadıklarını kaleme almış. Profil Kitap’tan çıkan gazeteci Helin Şahin imzalı Kripto resmi belgeler ve dokümanlarla 15 Temmuz öncesi ve sonrasını irdeliyor.KALKIŞMAYA MESNEVİ’DEN BİR BAKIŞ15 Temmuz’la ilgili araştırma ve inceleme gibi kitapların haricinde romanlar da yazıldı. Onlardan biri Nesil Yayınları’ndan Ali Erkan Kavaklı imzasıyla çıktı: 15 Temmuz Diriliş Destanı. M. Fatih Çıtlak’ın Erdem Yayınları’ndan çıkan Küfür Fedaisi ise kendi alanında dikkat çekici bir yere sahip. Çıtlak, o gece yaşananlara Mesnevi’nin bakış açısını ekliyor ve “Yahudi Hain Vezir”’in hikayesini bizlere aktarıyor: “Müslümanca yaşamak isteyenler, tarih boyunca kuzu postuna bürünmüş kurtlar tarafından en acıklı ve yaralayıcı darbelere maruz kalmışlardır.”KARPOSTAL KİTAPEDAM Eğitim Danışmanlığı Yayınları da da 15 Temmuz için ilginç bir çalışma hazırlamış. Bir yetişkinlere biri de çocuklara yönelik olarak hazırlanan karpostal kitaplar dikkat çekici görsellerden oluşuyor. ‘Yaşandı Bütün Bunlar’ isimli çalışmada Şafak Tavkul’un çizimleri okura o geceyi yeniden hatırlatıyor. ‘Unutmadık! Unutturmayacağız!’ isimli çocuklara yönelik albümü ise Turan Dertli, Yahya Alakay ve Müzeyyen Yılmaz çizgileriyle oluşturmuş. Çizimler, kalkışmayı çocuk gözüyle yorumluyor.

Yeni Şafak Kitap’ın bu ayki sayısında CNR Kitap Fuarı başta olmak üzere edebiyat dünyasında yaşanan son gelişmelere dair geniş kapsamlı haberler bulunuyor.

KAYNAK : Yenişafak

BU KONUYU SOSYAL MEDYA HESAPLARINDA PAYLAŞ
ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZ